Acaba cevabını bulmamız gereken öncelikli soru
"Bu durumdan nasıl çıkarız" mı, yoksa
"Bu durumdan neden hiç çıkamıyoruz" mu olmalı?
"Değişim" tabii ki her şeyi etkiliyor.
Ama bu coğrafyanın sosyo-politik yapısı için, değişimin açıklanma biçimi şöyle olabilir:
- Hamam hep aynı hamam, ama tellaklar değişiyor! "Bu coğrafya" dediğimiz zaman bu sadece Ortadoğu anlamına gelmiyor. Avrupa'nın Akdenizli ülkeleri de böyledir veya böyleydiler. Onları Avrupa Birliği değiştirdi.
Şimdi ne İspanya eski İspanya, ne Yunanistan eski Yunanistan.
Tellaklar değişmese bile hamamlar çok değişti bu ülkelerde. Demokrasiye, devlete, hukuka, rekabete, bireye bakış açıları da, trafik ve hijyen gibi yaşam alanlarına yaklaşımları da eskisinden çok farklı.
Bizde ise
"Hukuk"un özü hâlâ
"Devletten büyük kabadayı yoktur" çizgisinde.
Bu sade siyaset için söz konusu değil ki. Ekonomi için de aynı durum söz konusu.
"Mülkiyet" hâlâ devletin izin verdiği oranda kalıcı olabilen temel bir hak değil mi?
Mülkiyet meselesi "Seçim kazanmak" ne kadar önemsizse,
"Malik olmak" da o kadar ağırlıksız bir durum bu coğrafyada.
Bakın Boğaziçi yalılarının öykülerine.
Orhan Erdenen'in
"Boğaziçi Sahilhaneleri"nde nakledilen bizim Yeniköy yalılarına ait öyküler çarpıcıdır.
Örneğin şimdi Avusturya Büyükelçiliği'ne ait olan görkemli yalının ilk sahibi sarraf ve müteahhit Cezayirliyan Mıgırdıç'tır (180661). Reşit Paşa Sadrazamlıktan düşünce Mıgırdıç'ın bütün mallarına bir
"İrade" ile el koyulmuştur.
Örneğin İstinye'deki
"Cemil Paşa Yalısı" diye bilinen sahilhane, edebiyatımızın büyük isimlerinden Recaizade Ekrem'e aitti. Ama Padişah 2'nci Abdülhamit'e
"Recaizade karşı kıyıda, Çubuklu'da yaşayan Hidiv Abbas Hilmi Paşa ile geceleri ışık yakıp söndürerek haberleşiyor" jurnali verilince, yalı Recaizade'den alınıyor ve kendisi Cihangir'de oturmaya mecbur ediliyor.
Çok para harcayıp gösterişli yaşadıkları için, yalılarının balkonlarında asılan isimler de var eski Boğazlılar arasında.
Mülkiyet kaleleri yok Yeniköy'de üç kuşaktır aynı aileye ait kalan yalı var mı acaba?
Bir başka deyişle bu
"Hamam" da,
"Mülkiyet kaleleri" dikmek mümkün değil.
Belki bu nedenle,
"Burjuva" olmaları beklenen ve demokrasiye sahip çıkacakları zannedilen sermaye sınıfı,
"Devlet" denilince titremeye başlıyor.
Onlar
"Modernleşme" yi, resmi ideolojiyi tartışmasız kabul etmekte buluyorlar.
TÜSİAD'ın babaları dün Gümrük Birliği'nin çok şeyi değiştireceğini göremedikleri için Tansu Çiller'e düşman olmuşlardı.
Bugün de Avrupa Birliği'nin veya Kopenhag Kriterleri'nin sade demokrasinin değil
"mülkiyet hakkının" da güvencesi olacağını göremiyorlar.
Bu nedenle yabancı sermaye
"Tahkim" şartı olmadan buraya gelmeye ürküyor.
Kısacası yerli siyasetin de, yerli sermayenin de
"Devlet" karşısında boynu kıldan ince. Bu yüzden başbakanların
"bir bayramlık, bir de idamlık" giysileri olduğu kuşaktan kuşağa tekrarlanıyor. Her siyasetçinin belleğinde Adnan Menderes'in idam sehpasındaki fotoğrafının negatifi kazılı.
Hukuk ve adalet Girişimciler de, bir kararname ile veya bir rejim değişikliğinde mal varlıklarının ellerinden gidebileceğini çok iyi biliyor.
Etyen Mahçupyan'ın dediği gibi burada
"Hukuk" değil
"Adalet" önemli. Neticede genlerimizdeki bilgiler hukukun üstün olduğu bir düzeni (Rule of law) değil, Padişah'ın veya Devlet'in kendince adil olduğu bir düzeni bugüne taşımıştır.
Mahçupyan'ın söylediklerini hatırlayalım:
- Türkiye yurtdışından yasaları aldı ama uzun süre yargı mekanizmasını bağımsızlaştıramadı. Ardından siyasi alanın çoğullaşması karşısında ise bizzat yargının devletin içine çekildiğine ve siyasete karşı devlet ideolojisini savunan bir güç odağı olarak tasarlanmasına tanık olduk. Diğer bir deyişle Türkiye'de Batı'daki gibi oyunun kurallarını koyan ve sahiplenen evrensel bir hukuk anlayışı hiçbir zaman olmadı. Türkiye bir 'hukuk devleti' değil, hukuku yasalara ve kurumsal güce indirgeyen faydacı bir rejim üretti. Büyük yanlışlar Bu tablo içinde toplumun kesimleri yapmaları gerekeni yapmak yerine,
"Devlet ne diyecek" diye duruma uyum göstermeye çalışıyor.
Örneğin muhalefet
"Nasıl seçim kazanırım" sorusuna cevap aramak yerine
"İktidar seçim dışı yollarla nasıl devrilebilir" arayışına giriyor.
Sermaye sahipleri de, siyasi liberalliğin ekonomik liberalliğin de güvencesi olduğunu vurgulamak yerine,
"aman rejim kavgası yapmayın" diyerek olayı tribünlerden izliyor.
Bu toplumun çeşitli kesimleri Olli Rehn kadar Türk demokrasisine sahip çıkamıyor açıkçası. Dileriz AK Partililer, başlarına gelenlerden sonra demokrasinin kendileri dışındakiler için de var olması gerektiğini anlarlar ve AB ipine sarılırlar.
Bugünkü Tüm Yazıları
Tellakların değişmesi hamamın değiştiğini göstermez...
Yayın tarihi: 3 Nisan 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/03//haber,8425BBDA4F3D4166993C072F9E1B83A6.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.