Abartıyor muyuz bilmiyoruz ama; Türkiye'nin tablosu bize büyük Fransız yazarı Anatole France'ın "Tanrılar susamışlardı" romanını çağrıştırmaya başladı. Fransız İhtilali'nin nasıl çığırından çıktığı anlatılır o romanda. Dünyanın ilk İnsan Hakları Bildirgesi'ni yayınlayan, ilk demokratik anayasayı yapan devrim kadrolarının daha sonra nasıl birbirlerini yediklerini dehşetle görürsünüz.
Romanın kahramanı -başarısız bir ressam olan-
Evariste Gamelin'in bir devrim mahkemesinde juri üyeliğine atandıktan sonra değişmesini, her gün onlarca insanın giyotine gönderilmesine mekanik olarak el kaldırmasını, çıldırıp ailesinden ve çevresinden kopmasını ve sonunda dökülmesine katkıda bulunduğu kan gölünde boğulmasını ibretle okursunuz.
Başta uyardık;
belki abartıyoruz ama Türkiye'nin hızla kaos ortamına yuvarlanmakta olduğunu görüyor ve iktidar kadrolarının Evariste Gamelin'in ruh haline kapılmalarından korkuyoruz. İspanya'da "Velev ki siyasi simge olsa..." çıkışıyla başlayan, "AB'nin ahlaksızlıklarını aldık" ile devam eden, yeni YÖK Başkanı'nın gereksiz ve tehlikeli gayretkeşliği ile hızlanan, birdenbire dallanıpbudaklanan Ergenekon soruşturmasıyla tırmanan ve kapatma davasıyla tavan yapan bu süreç Türkiye'yi bir meçhule götürüyor.
MHP lideri Bahçeli'nin dün dediği gibi, "Demokrasiyi çıkmaz bir sokağa sürüklüyor."
TÜSİAD'ın önceki gün dediği gibi, "Kutuplaşma adım adım tırmanarak toplumsal bir travmaya dönüşmek üzere."
Girdapta boğulmamak için Sonunda duvara çarpmamamız ya da girdapta boğulmamamız ancak iki mucizenin birden gerçekleşmesine bağlı: 1-Herkesin ama istisnasız herkesin hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına kayıtsızşartsız ve tam saygı duymaları.
2-TÜSİAD'ın ifadesiyle "Toplumsal dayanışmayı sağlayacak uzlaşma zemininin yaratılması."
Bu da "Demokrasinin dar siyasi bakışla, yani çoğunlukçu bir anlayışla yorumlanmasından vazgeçilmesini, onun yerine çoğulcu çağdaş demokrasinin ışığında hareket edilmesini" gerektiriyor.
Demokrasiyi sadece kendisi için istemekten vazgeçmeyi gerektiriyor.
Özgürlükleri türbana indiren zihniyetten kurtulmayı, çağdaş değerleri bir bütün olarak görmeyi gerektiriyor.
Tüm bunlar için de itidal ve sağduyuya dönmeyi gerektiriyor.
Mümkün mü? Doğrusu pek umutlu değiliz.
Hele 8 ay öncesine kadar iktidarda önemli bir konumu bulunan Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Ali Coşkun'un tespitlerinden sonra. "Dünya" gazetesine verdiği demeçte şöyle diyor: "
AK Parti'de bir grup akil adam saf dışı bırakıldı. İçerde kalanların da Başbakan'la eski diyalogunun kalmadığı yönünde bilgiler alıyorum. Başbakan bir fikir ortaya attığında 'Bunu yapmayalım' diyecek kişilere ihtiyaç var ama tam tersine Başbakan'ın uyarıları dinlemediğini duyuyorum. Oysa AK Parti'de 'Tek adamlık olmaz' prensibi vardı."
Yine
8 ay öncesine kadar iktidar kadrosunda "Eşit birinci adamlar" arasında bulunan eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'e linç hazırlıklıklarını görünce umutsuzluğumuz daha da koyulaşıyor. Onun siyasete dönmeye hazırlandığını gören veya inanan iktidara yakın odaklar, önünü kesmek için baltalarını çıkardılar bile. 5.5 yıl önce bir umut olarak ortaya çıkan hareket, evlatlarını yemeye başladı.
Anatole France, "Tanrılar Susamışlardı"da şöyle der:
"İnsan başkalarının yıkımında, aslında kendi yıkımını görür." Hatırlatırız.
Yayın tarihi: 26 Mart 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/26//haber,666CD508F41E47E9B64E591A6D723CA0.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.