kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Mart 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Etiketli dille yaşamak

"Borsa 38 bin puanla dip yaptı. Başta sert bir dönüş trendine girdi. Fakat gevşedi. Likidite formasyonuna bağlı bir sıkışma yaşadı. Alıcı davranışı kendini frenleyince ikili bir eğilim atağını zorladı..."
Ekonomi haberleri veren bir TV kanalında konuşan bir kişinin kelimesi kelimesine söylediği budur. "Ne zaman, nerede" diye sormanın anlamı yok. Böyle bir konuşmayla her gün, her kanalda karşılaşmak mümkün.
"Fenerbahçe'nin dinamik bir tercihte bulunması yanlış. Bu takım içe dönük zorlamaların alanı. Dıştan gelen bir baskıyla esneyebilir. Maça çıkmadan önce takımın geri beslemesinde ciddi bir sorun var. Sorun sistemin altyapısından kaynaklanıyor."
Bu da kelimesi kelimesine bir başka konuşma. Bir kanalın futbol saatinden kaydedildi. Her hafta cumartesiden salı akşamına kadar televizyon kanalları bu tür konuşmalarla "yıkılıyor."
"Partinin içe dönük bir toplantısına girdim. Genel başkan bir telaş eşiğinde. Muhalefet katkı sağlamak zorunda. Dişi bir davranışı şu anda Türkiye kaldıramaz. Yoksa demokrasinin bir başka tıkanık dönemine açılıyoruz . "
Evet, bu son örnek de iktidar partisinden "yetkili" birisinin açıklaması. Gene öyle, kelimesi kelimesine alıntıladık. Söyleyecek fazla bir şey yok, üstüne.
"Ne oluyor böyle" diye soranlara bir açıklama yapmanın zamanı geldi.

Genel dil-özel dil
Diyeceğim şu: Türkiye'de insanlar hangi kesimden, meslekten, çevreden olursa olsun artık "genel" bir dille konuşmuyor. Herkes kendi özel "alt dilini", o grubun teknik terimlerine dayalı bir "lügatiyle" (jargonuyla) konuşuyor. Bunu olumlu mu sayacağız, olumsuz mu?
Bir dilin içindeki özel dillerin ortaya çıkması bir zenginliktir. Türkçenin zayıf bir kelime haznesine sahip olduğu, felsefe dili olmadığı sürekli bir biçimde belirtilir. Doğrudur da. Şimdi geldiğimiz noktada özel dillerin güçlenmesi, genel, gövde dili zorlaması bu bakımdan memnuniyet verici bir şey. Ne var ki, bu durumun anlamsız olduğu bir nokta var.

Olmayacak şey mi anlaşmak?
Birincisi, bu derece derece dünyanın bütün dillerinde böyledir.
Doktora gidersiniz, hekim hastalığınızı size kendi terimleriyle anlatmayı dener, sonra genel dilde açıklar. Aynı şey avukatın karşısında da başınıza gelir.
Meslek sahibi insanın zihni öncelikle kendi sözlüğüne, diline kayar. Fakat hızla oradan çıkar. Çünkü, anlaşmak denilen şey, "kamusal dil" kullanmakla mümkündür. Herkesin üzerinde uzlaştığı, anlaşmayı sağlayacak ortak sözcüklerle konuşmaktır o sırada önemli olan. Yoksa iki taraf da konuşur ama birbirini anlamaz.
İşte bu hayati bir şey. Türkiye'nin önemli sorunlarından birisi bu: anlaşamamak, anlaşmak istememek. Dilin şu belirttiğim kullanımı tam da bunu gösteriyor.

'Etiketi üstünde'
Nedeni şu: o "özel" veya alt dilin içinden konuşunca insanlar kendilerini belli bir zümrenin, sınıfın, kategorinin insanı olarak sunuyor. Ait olduğu o dünyayı önemsiyor. İçinde yaşadığımız "fetiş" toplumu, yani "etiket" toplumu herkesi etkilediğinden, insanlar söyledikleriyle değil, söyleyiş biçimleriyle kendilerini var etmek istiyor. "Genelden ayrı, özel birisiyim ben" demek istiyor özel dille konuşan insan, farklı olduğunu göstermenin gayreti içinde.
Bu , bireyleşmeye, gerçek anlamda "farklılaşmaya" tekabül eden bir hal değil. Tam tersine bir başka aidiyet duygusunun hakim hale gelmesi. İçe dönük, dışa kapalı cemaatleşmelerle hayatın sürdürülmek istenmesi. Çünkü kullanılan bir "üslup" değil, "özel" dildir. Üslup bireyseldir, kişiseldir; özel dil ise bir başka genel dildir. Üstelik bu aidiyet arayışının bir de sonucu var: en büyük cemaatin en büyük özel dili yaratması en büyük toplumsal-siyasal gücü elde etmesi anlamına gelir.
Ne bileyim, belki şu türban, laiklik gibi meselelerin de bu işle bir ilgisi vardır; ben belki de siyasal bir yazı yazmışımdır, hafta sonu "serbest yazı" yazacağım derken...