Hepimiz, herkes büyük bir iştahla parti kapatmayı, hukuksiyaset ilişkisini tartışıyor. Çok doğal. Ama gelin bugün başka bir şey yapmayı deneyelim. Son dönemde parti kapatma konusunda çok etkili olmuş ve dört partinin kapatılmasına yol açmış bir kavramı,
laiklik kavramını bambaşka bir yönden ele alalım. Ve acaba laiklikle ilgili olarak yaşadığımız bu sıkıntının kaynağını bu şekilde bulabilir miyiz diye biraz kafa yoralım.
Fransız filozofu
Jacques Derrida, demokrasiyle ilgili bir kavram ortaya atmıştı. Türkçeye alelusul,
'gelecek demokrasi' (Fransızcası,
'democratie a venir', İngilizcesi, 'democracy to come') diye çevrildi.
Yanlış; gerçi Derrida bu kavramla en iyi demokrasinin eldeki değil, gelecek olan, diyelim '
yoldaki' demokrasi olduğunu söylüyordu ama bunu 'gelecek demokrasi' diye çevirmek doğru değil. Doğrusu, fakire göre, ya dediğim gibi 'yoldaki demokrasidir' ya da
'beklenen demokrasi' olmak gerekir.
Derrida'nın yaklaşımı demokrasi konusunda bir temel önermeyle çok yakın. O önermeye göre demokrasi en iyi rejim değildir. '
İkinci en iyi' ('second best') en iyiden bir sonraki en iyi rejimdir.
En iyi demokrasi henüz ortada yoktur. Demokrasi sürekli olarak tartışılan, gelişen, geliştirilen bir şeydir. O bakımdan da en iyi demokrasi ulaşılacak olan, gelmesi/varması beklenen bir demokrasidir. Hani,
Nazım Hikmet'in '
En güzel deniz: / henüz gidilmemiş olandır. / En güzel çocuk: / henüz büyümedi./ En güzel günlerimiz: / henüz yaşamadıklarımız. / Ve sana söylemek istediğim en güzel söz: / henüz söylememiş olduğum sözdür...' şiirindeki gibi bir durum.
Topluma gömlek biçmek Derrida'yı burada bırakıp devam edersek, Türk siyaseti bu demokrasi kavramını kabul etti. Fakat çok önemli bir farkla:
Türkiye'de egemen olan ideoloji ve onu hazırlayan tarihsel koşullar, demokrasinin toplumun kendi iç dinamiklerinden doğacağına inanmadı. Bu nedenle de 19. yüzyılın sonundan itibaren bir
'toplum mühendisliği' mantığı inşa etti ve
aydınlarla ittifak yapmış olan ordu, toplumu kendi inandığı doğrultuda değiştirmeye çalıştı.
19. yüzyılın toplumsal koşulları bir dereceye kadar bu modeli kaldırıyordu. Fakat Türkiye'deki
müesses nizam aynı şeyin 20. yüzyılda da yapılabileceğini düşündü. Yaşadığımız onca
askeri darbenin arkasındaki mantık budur:
yeni bir toplumu topluma rağmen inşa etmek. İdeal toplumu/laikliği aramak Buradaki ana dürtü, bir
ideal toplum düşüncesine inanmaktır. Bir ideal toplum ütopyasına inanmış olan ve kendilerini
toplum öncüleri olarak tanımlayanlar amaçlarına erişmek için demokrasiye sürekli olarak müdahale etmekten ne çekindi ne kaçındı Türkiye'de.
Aradan geçen zaman koşulları değiştirince ideal toplum düşüncesi bu defa
ideal laiklik düşüncesiyle yer değiştirdi. Belki buna yer değiştirdi demek de yanlış.
Aranan galiba ideal topluma uygun veya onunla iç içe geçmiş olan bir ideal laiklik . Bu nedenle laiklik konusu çeşitli çıkışların özü haline getiriliyor.
Yok böyle bir şey Oysa unutulan şu:
ne bir ideal toplum vardır, ne bir ideal demokrasi söz konusudur ne de ideal bir laiklik olacaktır. Toplumsal ve siyasal yaşamı ilgilendiren unsurlar tıpkı yaşamın kendisi gibi sürekli bir değişim içindedir ve şu yeryüzünde
görece (rölatif) olmayan herhangi bir şeyi bulma şansına sahip değiliz. Bunun dışındaki bir gerçeği aramaya çalışmak mutlakiyetçi ve tekçi bir anlayışla bütünleşmektir. Onun siyasetteki karşılığı da otoriterizmdir.
Bütün bunlardan sonra demokrasinin belki tek 'ideal' halinden söz edilebilir: tüm toplumsal sorunların çözümünü hiçbir müdahale olmaksızın siyaset içinde aramak. Ama aranan şeyin kapının ardında olmadığını bilmek!
Güzel olan da bu değil mi?
Yayın tarihi: 21 Mart 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/21//haber,9E0229B6D4E9482A81893B22B3838EAF.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.