kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
SOLİ ÖZEL

Adaletin 28 Şubat'ı

Cumhuriyet'in 85'inci yılında Türkiye rejim sorunlarını çözememiş bir ülke görüntüsü veriyor. Galiba ilk kez de verdiği görüntüyle kendi gerçeği bu ölçüde çakışıyor. Son dönemdeki tartışmalara, siyasi mücadelenin sertliğine, söylemlerdeki keskinliğe baktığımızda bu gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.
Türkiye, rejiminin temel niteliklerinin tanımı üzerinde uzlaşmaya varmış bir toplumsal veya siyasi yapıya sahip değil. Rejimin temel ilkesi laikliğin ne anlama geldiği tanımlanmadığı için körün fili tarifine benzer şekilde her kafadan bir ses çıkıyor . Devlet kutsanarak anayasa yazıldığı için birey hakları devlet tarafından gaspedilebiliyor. Demokrasi anlayışı sığ kalıyor. Ya demokrasinin yansıttığı halk iradesinden korkuluyor ya da demokrasi çoğunlukçuluğa indirgendiği için güven ortamı tesis edilemiyor. Bu da kurumlar arasındaki anlaşmazlıkların yıkıcı çatışmaya dönüşmesinin önünü açıyor.
Dava, Cumhuriyet döneminde şekillenen, 1960'taki darbenin ardından perçinlenen ve sivil-asker bürokrasiye büyük güç veren iktidar yapısının dağılması bağlamında değerlendirilmelidir. Bugünün demokratik Türkiye'sinde o iktidar yapısına şekil veren alışkanlıkların, zihniyetin, devlettoplum ilişkisi anlayışının sürdürülmesi mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye demokrasi oyununu sürdürecekse bu oyuna yapılacak her faullü müdahale, müdahaleyi yapanların aleyhine sonuç doğuracaktır. Bu davanın Danıştay Başsavcısı 'nın, darbeleri destekleyen ve toplumu derinden yaralamış siyasetçi idamlarını meşru gösteren bir konuşmasından sonra açılması ayrıca dikkate değer ve üzücü bir durumdur.

Kaçınılmaz ekonomik fatura
Açılan dava Türkiye'yi dünyanın alay konusu haline getirmekle kalmamıştır. Cumhuriyet'in birikimlerine haksızlık etmiş, demokratik rejimin kurallarını zorlamıştır. İster istemez gündeme gelecek ekonomik fatura ise işin bir diğer boyutunu oluşturur. Temel kavramlar üzerinde anlaşamamış, erkleri arasında sert sürtüşmeler yaşanan, hukuk sistemine güvenilemeyen bir ülkenin dünyadan ekonomik kaynaklar bulması daha güç olacaktır.
Niteliği açısından açılan dava 28 Şubat'ın veya 27 Nisan muhtırasının adalet mekanizması tarafından tekrarlanan bir örneği sayılabilir. Bu tespit doğruysa tıpkı o örneklerde görüldüğü gibi başarısızlıkla sonuçlanacaktır, sonuçlanmalıdır. Üstelik Yargıtay Başsavcısı bu hamleyle zayıflatmak istediği partiyi ve onun temsil ettiği siyasi akımı muhtemelen güçlendirecektir. Bugüne dek parti kapatma kararlarının başka tür sonucu da olmamıştır.
Davanın sonucu her ne olursa olsun (ki kapatma kararı çıkarsa ülkedeki gerginliğin had safhaya çıkacağını görmek için kahin olmak gerekmez) asıl meselenin Türkiye'deki iktidar kayması olduğunu anlamak gerekir. Rejimin ve toplumsal mutabakatın temel nitelikleri hakkında Türkiye'nin bugüne kadar yaptığından daha kapsamlı, derin ve dürüst bir tartışma başlatması da gerekecektir. Önümüzdeki sorunun aşılması Türkiye'de birey haklarına saygılı, inanç özgürlüğünü Batılı anlamda uygulayabilen, vatandaşlar arasında dinmezhepetnik köken temelinde ayrımcılık yapmayan bir hukuk devleti ve demokrasi anlayışının yerleştirilmesiyle mümkündür.
Bu işi becerebilmek içinse yargının bir kesiminin reddettiği, siyasi iktidarın ise unutmayı tercih ettiği AB ilkeler demetine
yeniden ve inançla dönmek, bunları gerçekleştirmeyi hedeflemek bir ilk şarttır.