kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Mart 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Bir kadın 27 yıl önce öldürüldü, iki ay önce gömüldü

MÜJGÂN HALİS
8 Ocak'ta Almanya'da bir kadın öldü. Adı Zerrin Tümay'dı, mülteciydi. Ölüm nedeni, bundan 27 yıl önce Gayrettepe'deki 2. Şube'nin karanlık hücrelerinde boğazını sıkan iki eldi..
Ülkenin üzerine karabasan gibi çöken kara Eylül'ün üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. Yüreği sola sevdalı iki kız kardeş, aradan geçen zamana rağmen hâlâ başlarına bir şey gelmemiş olmasına şaşırıyor, kapıları her çalındığında 'Bizi de almaya geldiler,' diye irkilerek bekliyorlardı. Çok beklemeleri gerekmedi. Berrin ve Zerrin Tümay kardeşler 1981'in 30 Ağustosu'nda evlerinden alınıp götürüldükleri günden sonra, hayatları bir daha hiç eskisi gibi olmadı. Sabaha kadar evde bekletildikten sonra tam iki buçuk ay sordular da sordular o zamanın ünlü binası Gayrettepe'deki Birinci Şube'de. 12 Eylül'den önce küçük kardeş Zerrin TED Koleji'ni bitirmiş, sonra da gazeteciliği çok sevdiği için Ankara Üniversitesi Basın Yüksek Okulu'ndan mezun olmuştu. Dönemin ünlü gazetelerinden Politika gazetesinin Ankara bürosunda ve DİSK'e bağlı Hür Cam İş Sendikası'nda çalışmıştı. Gözaltına alındığında 23 yaşındaydı. Onu alıp götürenlerin tek derdi, aynı zamanda Politika gazetesinin yazı işleri müdürü olan kocası Aydın Şenesen'e ulaşmaktı. Kapatıldığı hücreden çıkarılıp tezgâha çekildiğinde "Aydın nerede?" diye soruyorlar, ardından elleriyle boğazına yapışıyor, sıktıkça sıkıyorlardı. Zerrin yaşadıklarını yan hücredeki ablasına, "Abla üzülme fazla bir şeyim yok, sadece gırtlağımı sıkıp duruyorlar," diye esprili bir şekilde anlatıyordu.

İLK FELÇ METRİS'TE
İşkenceli sorgular aylar sürdü. Ardından Zerrin Tümay için Metris günleri başladı. Hiçbir suçu yoktu, o yüzden kapatıldığı yerden bir an önce çıkmak istiyor, ama mahkeme bir türlü başlamıyordu. Bir gece ranzasından tuhaf bir ses yükseldi. Ablası Berrin ve yakın arkadaşı Reha İsvan yanına koştuklarında konuşamıyor, sağ tarafını hareket ettiremiyor, nefes almakta güçlük çekiyordu. Sadece korkudan dışarıya fırlamış gözleriyle etrafındakilere bakıyordu. Yüzü mosmor olmuş, gözleri yuvalarından fırlamıştı. Uzunca bir süre deliler gibi doktor çağırdılar. Koca metal kapıyı, pencereleri yumrukluyor, seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Epey uğraştıktan sonra doktor nihayet geldi ve Zerrin'in hemen hastaneye gitmesini sağladı. Ama hastane şifa evi olacağına kabus evine dönüşmüştü. Tam teşekküllü Haydarpaşa Askeri Hastanesi'nde felç nedeni tespit edilemedi. Hastalığı araştırıldı mı araştırılmadı mı, orası bile muammaydı. Anne ve babası, felçli kızlarını hasta yatağındaki ayağına vurulan prangayla ziyaret edebildiler. Bu arada ablası küçük kardeşinin tahliye edilmesi için dilekçeler yazıyor, felcin nedeninin cezaevi koşulları olduğunu düşündüğü için Zerrin'in hapisten çıkarılmasını talep ediyordu. Mahkeme bu sıralarda başladı ancak, Zerrin hastanede olduğu için ilk celseye götürülmedi. Hasteneden Metris'teki B-3 koğuşuna geri döndüğünde vücudu minicik kalmıştı. Zar zor hareket ediyor ve konuşurken epey çaba harcaması gerekiyordu.

BİR YIL SONRA TAHLİYE
Kendisinden bir süre sonra tutuklanan kocasıyla o halde ilk kez Metris'in kütüphanesinde buluştu. Hastalığı ilerliyor, tahliye talepleri yineleniyor ama çok hasta olmasına rağmen bir türlü dışarı çıkamıyordu. Askeri savcı durumunu bilmesine rağmen, 12 yaşında tuttuğu bir hatıra defterini delil olarak gösterip, tahliyesini engelliyordu. Ablasının üniversite döneminde yazdığı mektuplardan, şiirlerden ve fotoğraflardan oluşturduğu kenar süslü defter, başına bela olmuştu. Savcı, elindeki pembe defterin sayfalarını karıştırırken bir yandan da parmağını tehditvari bir şekilde sallıyor ve "Bakın, Dağlar Dağlar yazmış," diyordu. Salondakilere dönüyor, bir kalp içine yerleştirilmiş bir yarısına Che'nin diğer yarısına sevgilisinin resmini yapıştırdığı sayfayı sallayarak, Zerrin'in ne kadar anarşist, terörist, 'komonist' olduğunu kanıtlamaya uğraşıyordu. Bütün engellemelere rağmen, Zerrin tutuklandıktan bir yıl sonra tahliye edildi. Evde iyi bir bakım sayesinde, bedeninde bazı arazlar kalmasına rağmen düzeldi. Metris'te kalan ablasını ve kocasını ziyaret etmeye başladı. Haftanın iki günü, yaz demiyor kış demiyor, Bostancı'dan kalkıyor Metris'e görüşe ve duruşmalara gidiyordu. TKP İstanbul davası yıllarca sürmesine rağmen, ablası Berrin ile kocası Aydın da bir yıl sonra serbest bırakıldılar. Abla Almanya'da politik sığınmacı olarak yaşamaya karar verdi, Zerrin ve Aydın da beş yıl boyunca Bodrum'da yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Pansiyonculuk, meyhanecilik gibi işler yaptılar.

MÜLTECİ BİR YAŞAM
Ancak Aydın'ın sırtında sadece TKP davası değil aynı zamanda Politika gazetesi Yazı İşleri Müdürü olmasından dolayı açılmış yüzlerce yıl ceza istenen davalar da vardı. Yeniden aranmaya başlanmıştı. Onların da mülteci olmak dışında seçenekleri kalmamıştı. Zerrin Tümay, 1986'da yaşamının 28 yılını geçirdiği ve her şeyden çok sevdiği ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Karı-koca Almanya'da TKP'nin kontrolünde yayımlanan Türkiye Postası gazetesinde gazeteci olarak çalışmaya başladılar. Duisburg'da da göçmen gençler için hazırlanan İbibik adlı dergide redaktör olarak çalışmaya başlamıştı ki, hayatının ikinci dönemi başladı.

İKİNCİ KEZ EVLENDİ
Ülke değiştirmek sıkıntıların birini bitirmiş, diğerini başlatmıştı. Zerrin Almanya'ya geldikten bir süre sonra kısa süren bir yüz felci geçirdi, ama hafif bir şey olduğu için üstünde fazla durmadı. 1993'e gelindiğinde Aydın Şenesen'le evlilikleri de bitmişti. Felçten sonra, Berlin'e gitti ve orada hayatının aşkı olan ve 15 yıl evli kalacağı ikinci kocası Rainer Kristuf ile tanıştı. Birbirlerini çok sevmişlerdi. Tanıştıklarının dokuzuncu ayında, Zerrin'in 35. yaş gününde yaşanan şey ikisinin de hayatını kararttı. Allah'tan Rainer o sabah evdeydi, çünkü Zerrin ikinci büyük felci geçirdi ve üç hafta yoğun bakımda kaldı. Ölmesi an meselesiydi. Rainer bu süre içinde onu bir gün bile bırakmadı. Zerrin hasta yatağında konuşamayacak durumdayken onun parmağına yüzük takarak, hayata yeniden sarılmasına yardım etti. Ama ikisi de Zerrin'in hayatını değiştiren felç yüzünden, çok istedikleri halde, çocuk sahibi olamadı. Zerrin'in hastalığı yıllar sonra ilk kez Alman doktorlar tarafından o dönem araştırıldı. Alman doktorların yaptığı araştırmalarda Zerrin'in boğazını sıkan o acımasız ellerin izleri çift taraflı olarak net bir şeklide görülüyordu. Ellerindeki filmlerde boğazının ön tarafında bulunan atar damarlar üzerinde ve çene kemiklerinin altında çift taraflı parmak izleri vardı. Raporu açıklayan doktor, bu hasarın ancak elle yapılmış olabileceğini söylüyor ve bu tür bir boğazlanma olup olmadığını soruyordu. Bir sıkıştırma neticesinde damar çeperleri birbirine yapışmış, basınçla akan kan, yapışmış çeperi açmış, yırtılmasına neden olmuştu. Araya kan toplanmış ve kalınlaşmıştı. Kan pıhtısı Metris'te beynin sol yanını, yıllar sonra Almanya'da da sağ yanını tahrip etmişti. Ancak yaşama isteği ağır basmış ve damarların tıkalı olan bölümlerinde vücut kendi kendine bypass yapmış, kılcal damarlar kanın akması için bir köprü oluşturmuşlardı. Ameliyat, hasarlı kısım kemik altında kaldığı için yapılamıyordu. Zerrin o gün kurtuldu ama hayatının en güzel yıllarını sol tarafı felçli olarak sürdürmek zorunda kaldı. Geçirdiği ikinci felcin sonucunda, sol eli spastik olan kolunu hiç kullanamıyordu. Bazen eli kızgın ocağın üstüne düşer, elinin yandığını ancak yanık kokusundan fark edebilirdi. Sol bacağı ve ayağı da felçliydi. Bu ayağının üstüne evde ancak baston yardımıyla basabiliyor, sokağa yardımla ya da tekerlekli iskemleyle çıkabiliyordu. Sağlıklıyken giymeyi pek sevdiği ince topuklu ayakkabılar, yüksek konçlu şık çizmeler onun için hayaldi. Ses telleri de felçten kalıcı olarak etkilendiği için tek tonlu konuşabiliyor, birini sevdiğini söylerken bile azarlar gibi söylüyor, tek tonlu, mekanik bir ses çıkarıyor, heyecanlandığı zaman ne söylediğini anlamak güçleşiyordu. Çok hassaslaştı o günden sonra, alıngan birine dönüştü. Yaşadıkları onu sertleştirdi, içine kapanmasına neden oldu.

ÖZLEM DOLU BİR HAYAT
Ülkesine ilk kez ikinci kocasıyla evlendikten sonra 1996'da geldi. Yaşlı anne-babasıyla hasret gideriyor, onlarla evlerinin balkonunda lak lak ediyor, ayağını bile sokamadığı denizi uzaktan izlemekle yetiniyor, işkence çekerek de olsa çok sevdiği vapura biniyordu. Bostancı'daki iskelenin karşısında kahve en sevdiği mekândı. Her geldiğinde doyasıya döner ve çiğ börek yiyordu. Ama çok kalamıyordu, çünkü sevgili köpeği Ponpon'u çok özlüyordu. Ama esas özlemleri çok başkaydı. Eteklerini beline toplayarak üstüne gelen dalgalarla oynamak, engin sularda kulaç atmak, iki ayağının üstünde dengede durabilmek için neler vermezdi. Merdivenleri ikişer ikişer inip çıkmak, tabağına konmuş bir et parçasını bıçakla kesebilmek, sutyeninin çengelini tek başına takabilmek, bağıra çağıra şarkı söylemek süslüyordu hayallerini. En çok da sevdiğine iki koluyla sımsıkı sarılabilmek. Rainer'le Berlin ve Münih'te geçen yıllardan sonra, yalnız yaşamaya karar verdi Zerrin. Artık ablasının da yaşadığı kent olan Essen'deydi. Heyecanla ev aradı, buldu, dayadı, döşedi, ama içinde bir kışı bitiremedi. Ve yine hayatının en güzel yıllarından birinde, tam da 50. yaşını sevdiklerine bir parti vererek kutlamayı planlarken, son nefesini verdi. Ablası onu bulduğunda göğüs kafesinde birkaç dakikalık oksijen kalmıştı. Mosmor olmuş dudaklarına tuhaf bir gülümseme oturmuştu ve kocaman açtığı kara gözlerini tavanda bir noktaya dikmiş bakıyordu. Berrin, küçük kardeşinin gözlerini kapatamadı. Ve o bakışın, Zerrin'in yaşamının bu biçimde son bulmasına sebep olan acımasız ellerin kabusu olmasını diledi. Zerrin Tümay, şimdi İstanbul'da yatıyor. Onu yaşarken savunamayan ülkesine bir ölü olarak döndü, sessiz, sitemsiz.
Haberin fotoğrafları