Her şey büyük bir yalanmış meğer! Özellikle 90'lardan itibaren C vitamini sıklığında alınmaya başlayan depresyon hapları, son araştırmalara göre, plasebo, yani yalancı ilaçlar kadar etkiliymiş ancak. Elbette bu araştırmanın bilimselliğini sorgulayanlar da var. "Şimdi hastalarımızı bir de ilaçların etkili olacağı konusunda ikna etmek zorunda kalacağız," diyorlar. Ki depresyondaki birini, yaşamın güzelliğine, insanların iyiliğine, kendisinin değerli biri olduğuna inandırmanın yanında bir de ilaçların palavra olmadığına, düzeleceğine ikna etmek bizatihi doktoru depresyona sokabilir zamanla... 90'lardan önce depresyon hapları, karaciğer, ne bileyim damar ilaçları kadar yaygın ve bilinirdi ancak. 90'lardaki Prozac patlamasından sonra o günlere kadar sadece 'huysuz' veya 'morali bozuk' olarak tanımlayabileceğim bir sürü arkadaşım 'depresyona' girdi. Zira ilacı vardı ve depresyon, büyük kentli, kültürlü bireyin yeni hastalığıydı ve Prozac almayan, yeterince şehirli sayılmıyordu neredeyse... O yıllara kadar "Tadım yok,", "Keyfim kaçık,", "Hep uyuyasım var,", "Birini boğazlasam çok rahat edeceğim," şeklinde ifade ettiğimiz iç sıkıntısının artık havalı bir ismi vardı: Depresyon! Şahsen "Bunalıma girdim," diyen karnı tok, sırtı pek tüm arkadaşlarıma hem 90'lardan önce hem de sonra gayet alaturka ve eski moda tedavi önerilerim olmuştur: "Yemek ye geçer,", "Yat uyu bir şeyin kalmaz,", "İş bulup çalışsan düzelirsin,", "Bir dayak yesen toparlanırsın," gibi... Oysa özellikle 90'ların depresyon hapı patlamasından tee bugüne geldiğimizde, artık herkes birbirine muhtelif depresyon ilaçları tavsiye ediyor! "O bana iyi geldi, bu halamın kızını şıp diye mutlu etmiş, ötekisi teyzemgilleri ailecek canlandırıp göbek attırmış," gibisinden. Geçen gün, kendi isteğiyle boşanmakta olan bir arkadaşım antidepresana başladığını söyledi. Keyfi kaçık filan değilmiş, hatta özgürlüğünün tadını çıkarıyormuş, işleri aniden düzelmiş, kız arkadaş bulmuş, evini taşımış, şu anda yeni sevgilisiyle eşya bakıyorlarmış. Ama herkes "Ne olur ne olmaz, sen bir antidepresan al da," dediği için başlamış ilaç kullanmaya! "Önlem olarak," dedi. Bir nevi grip aşısı yani... İlla depresyona gireceğiz ya... Sebepli keyifsizlik, dert ve üzüntülerle, depresyonu öyle bir karıştırdık ki, restorandaki yemeği beğenmeyen, trafikte tamponu çizilen, tırnağı kırılan antidepresana saldırıyor. Bendenizi sorarsanız, henüz depresyona girmişliğim yok. Genel anlamda insanı gıcık edecek kadar serotonin fazlası olan biriyim. Bir iki kere özenip deneyeyim dedim, "Moralim bozuk, keyfim yok, hayat sevincim gitti," filan dedikten 15 dakika sonra kendimden sıkılıp muhabbete başladım. Bana sorarsanız, vücudun enzim ve hormon eksiklikleriyle yarattığı kimyasal bozukluklar, ve doğuştan yatkınlık hariç, rahatı yerinde bir insan için, mutluluk bir niyettir. Çok istiyorsan olursun. Başka türlü savaşın ortasında, yarı aç yarı tok yaşayan, ama bir yandan şükredip gülümseyen insanları, öte tarafta kendini öldürmek isteyen güzel, mutlu, başarılı, karnı tok sırtı pek Hollywood yıldızlarını nasıl açıklayacağız? Aslında bu, eğer araştırma doğruysa, depresyon ilaçlarının plasebo'dan farkının olmamasını da açıklayan bir teori. Kendinden sıkıldıysan, artık bedbinlikten kurtulmaya karar verip, doktora gidip, hap yutmaya başladıysan, o hap meyve jölesi de olsa mutlu olma niyetindesin demektir. Yani işin yarısını halletmişsin zaten. Depresyon sabır istiyor kanımca... Hiçbir şeyle ilgilenmeyeceksin, kendini bırakacaksın, az konuşacaksın, işe gitmeden, sosyalleşmeden, çene çalmadan, gülmeden, ağır olup oturacaksın. Bir yandan acaip kıskanmıyor değilim.
When Harry Met Sally filminde dendiği gibi: "Depresyonun en iyi tarafı bol bol dinlenme imkanı vermesidir"! Bizim gibilereyse ağız tadıyla bir depresyona girmek bile haram. Koş Allah koş.
Yayın tarihi: 2 Mart 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/02/pz/birsel.html
Tüm hakları saklıdır.