Yılbaşında Londra'daydım. "Şu yemekleri yedim, falanca dükkanlardan alışveriş yaptım," gibi şeyler anlatmayacağım! Bir gözlemimi aktarmak istiyorum sadece. Londra'ya yılbaşında farklı ülkelerden birçok insan akın etmişti. Uzakdoğulular, Ortadoğulular, Doğu Avrupalılar, Ruslar, Serpil Barlas'ın unutulmaz tanıtım filmini hatırlayarak Kızılderililer, zenciler... Bu karışık kalabalığın arasında vatandaşlarımı uzaktan 'şıp' diye tanımak mümkündü! Türkler, özellikle de yırtdışına seyahat edebilen sosyo-ekonomik sınıflardaki Türkler, görünüş ve kılık kıyafet itibarıyla dünyanın herhangi bir yerinden gelmiş olabilecek gibidirler, malumunuz. Peki, bu İtalyan, İspanyol, Fransız, Ortadoğulu, Amerikalı olmaları mümkün gibi görünen insanları, diğerlerinden nasıl 'şıp' diye ayırdım? Konuşmalarını duyarak mı? Beni tanıyıp gülümsemelerini fark ederek mi? Hiçbiri efendim. Ben de dahil bütün Türkler, Londra'da telaş, koşuşturma ve aceleyle dolu tek insan grubuyduk! Boşuna İstanbul için "Çok hızlı, çok çılgın, enerjisi çok yüksek," demiyorlar.
ACELESİ OLMAYAN İNSANLAR
Londra dediğimiz koca metropolde, kimsenin acelesi olmaz mı? İstanbul'a bu yıl artık Avrupa ve Amerika'da olan bütün lüks markalar geldi. Eylülden beri de yağmur durmuyor. Yani trafiği düzelt, büyük bir park koy, binaların façasını topla ve en önemlisi ağır çekim oynat, al sana Londra! Satış elemanları, 20 metrelik kuyrukta müşteriyle gülümseyerek muhabbet ediyor, alınanlar konusunda fikirlerini söyleyip, eğer, sözgelimi elbisede bir defo varsa, kuyruğu bırakıp yenisini bulmaya gidiyorlar gülümseyerek... Hadi onu bırak, kuyruk da gülümsüyor. Bekleyen Türkler dışında! Bakıyorsun, kuyrukta ön tarafa doğru tacizci bakışlar atıp endişelenen, saate bakan, oflayan, sinirlenen biri varsa, anlıyorsun ki Türk. "Londra'da kimse bir yere yetişmiyor mu?" diye düşünüp durdum. Bu bol vakit ve rahatlık nereden geliyor? Hiç kimse "Sosyal güvence, gelecek endişesinin olmamasının verdiği psikolojik rahatlık," filan demesin bana. Ben yılbaşı öncesi Nişantaşı'nda da dolaştım. Önümüzdeki üç kuşak için gelecek endişesi taşımaması gereken bir sürü insan, bağırıp çağırıp, birbirini ezip, telaş ve endişe içinde keyifle (!) alışveriş yapıyordu. Londra'da o günü özleyeceğim aklıma gelir miydi?
AHESTE YÜRÜYÜŞLER
Allah'ım, bir noktada ruhumu teslim ediyorum zannettim. Ne akla hizmeten gittiysem, şu ünlü Harrods mağazasından otele dönüş mesafem, yaklaşık 700-800 metre. Sokaklar hıncahınç ve fakat kimsenin acelesi yok. Pardon şu şekilde anlatayım: Acele filan şöyle dursun, herkes, sanki Londra'ya bu yolu ağır ağır yürüyüp tadını çıkarmak için gelmiş gibi davranıyor. Durup etrafa bakanlar, ağır ağır sohbet edenler, bebek arabaları, tek sıra yürüyen arkadaş grupları! Dakikaya üç adım filan düşüyor. Kimse şikâyet etmiyor, herkes mutlu... Sadece ben oflayıp puflayıp, mırıl mırıl "Allah Allaaah, yürü yaa..." filan diye söylenip, kendimi yiyip bitiriyorum. Bir yandan da böyle bir kalabalık ve ağır çekim yürüyüşü İstanbul'da yaşasak, o kısa mesafede, iki metreye kaç kavga düşerdi, diye düşünüyorum. "Yürüsene,"ler, iteklemeler, "İlerleyelim beyleeer,"li, "Sol şeridi boşaltalııım,"lı gönüllü trafik polisleri ve hatta ağız dalaşları, kafa atmalar... Hepsi, insanın vatanında olsa, sevimsiz geliyor, ama o anda, bir nevi gurbette "Hadi kardeşim, hızlanalım biraaz," diye bağıran herhangi bir İngilizin elini sıkıp, yanaklarından öpecek haldeyim. Hatta bir "Daha çabuk lütfen,"e elimdeki alışveriş paketlerinin hepsini veririm. 15 dakika geçmiş, yol yarıya bile gelmemiş. Önde bol çocuklu bir aile, bütün kaldırımı kapatacak şekilde altı kişi yan yana sıralanmış. Annenin elini tuttuğu üçdört yaşlarında bir çocuk var ve bütün Knightsbridge Caddesi o bebenin ritmiyle yürüyor mecburen... Aile oralı değil, hatta bazen vitrine bakmak için duruyorlar. O sırada arkadaki 10 bin kişi de duruyor. 20. dakikada üzülerek genlerim galip geldi ve öne doğru eğilip, "Pardon, acaba daha yavaş yürüyebilir misiniz? Size ayak uyduramıyoruz," dedim! Tam büyük bir kabalık ettiğimi düşünürken, arkalardan Türkçe bir nida geldi: "Hakkaten haaaa!" Canım vatandaşlarımdan genç bir çift, aynı benim gibi, "Kanser mi olsak, kavga mı çıkartsak?" diye düşünmüş olmalıydı son 20 dakikadır. Döndüm, bakıştık, selamlaştık ve İstanbul ritmini Londra'ya getirdiğimiz için hafiften gurur duyduk. Öndeki ailenin anne ve babası, gerçekten, büyük bir içtenlik ve nezaketle arkaya doğru bakıp, "Aaah çok özür dileriz," deyip çocukların bir kısmını ön tarafa aldılar trafik sol şeritten açıldı. Ukalalık ve telaşe müdürlüğümden azıcık utanarak otele vardım, ekstra üç dakika kazanmış olarak... Başım göğe erdi. Bu hız, biz Türkleri ya en yükseğe çıkaracak ya da "Sürat felakettir!" Ama bakın açık söylüyorum, Londra'ya, fazla değil, şöyle 100 bin Türk yerleştirsek, şehir bir silkinip kendine gelecek, hızlanacak, çakı gibi olacak.
Yayın tarihi: 6 Ocak 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/06/pz/haber,9D68EFEB8FE1441882536947C10225BA.html
Tüm hakları saklıdır.