Dinin toplumsallaşması ve dine yüklenen yeni anlamlar dolayısıyla laikliğin yeniden yorumlanması bu kavrama en şiddetli biçimde sahip çıkmış Fransa'da bile bugün bir sorun. Bu sorun son olarak
Sarkozy'nin
Papa'yla görüşmesinde yaptığı bir konuşmada kendisini gösterdi. Sarkozy'ye göre Fransa'nın tarihsel geleneği hem Katolisizm hem de laikliktir. Bugün, Fransa da, din de, laiklikten yani kiliseyle devletin birbirinden ayrışmasından vazgeçmek istemiyor. Ama inançlı Katolikler kim olduklarını, neye inandıklarını korkusuzca dile getirebilmelidir. Bu inanmayanlar için de geçerli olmalı, onlar da dinsel baskıdan (prosleytism) uzak kalmalıdır. Ne var ki, Fransa bugün Katoliklerin toplumsal (public) hayatta daha aktif olmasına ihtiyaç duymaktadır. Çünkü inanç hayata anlam verir. Çünkü inananlar umut edenlerdir. Cumhuriyetinse çok sayıda umut eden insana ihtiyacı vardır.
Din, insan, laiklik Sarkozy'nin bu konuşması, tahmin edilebileceği gibi, kıyamet kopardı. Hakkında çok şey yazıldı. Bunlardan bir tanesi 28 Aralık 2007 tarihli
Le Monde'da yayınlanan
Yvon Quiniou'nun yazısıydı.
Actuel Marx dergisi redaksiyon kurul üyesi zatın yazısında çok önemli bir noktaya dikkat çekiliyor ve laikliğin Batı uygarlık tarihi içindeki konumu yeniden hatırlatılıyordu.
Quiniou'ya göre iyiyi kötüden ayırt etmek için insanoğlunun dokunulmaz, erişilmez (aşkınsalcıtranscendental) bir referansa ihtiyacı yoktur. İnsan, birikimi, kültürü ve melekeleriyle bunu sağlayabilir .
Bu muhakeme Batı için yeni değildir. Tersine, Batı laisizminin özellikle Aydınlanma sonrası gelişimini bir kez daha saptamaktadır. Hatta, arkasında
Lockecu dünyaya boş sayfaya (
tabula rasa) benzer bir zihinle gelen '
eğitilebilir insan' mantığı vardır. Gene bu anlayışa göre insan
rasyonel bir yaratıktır. Daima kendisi için doğru olanı yapacaktır.
Bu süreç
Aydınlanmanın büyük felsefecisi
Kant'ın saptamasıyla kapanır:
aydınlanmış insan (zihinsel) yetilerini kullanan ve üstündeki her türlü vesayetten arınmış olan kişidir.
Dünyanın somut bilgisi Neresinden bakılırsa bakılsın söz konusu
yaklaşımlar insanın kendi kendisine yetebilen ve üst referanslara ihtiyaç duymayacak yaratıklar olduğunu kabul ediyor. Dahası şudur:
Aydınlanma-ansiklopedizm-pozitivizm çizgisinde bakılırsa ve modernlik ekseninde düşünülürse laiklik, dünyayı öte bir bilgiye ihtiyaç duymadan sadece dünyanın somut ve nesnel bilgisiyle açıklamanın bir aracıdır . Yani hastalıkların Tanrıdan değil mikroplardan kaynaklandığını düşünmek laikliktir. Bu, laikliğin zihinselfelsefikültürel tanımıdır. (Burada dile getirdiklerimi
Türk Sağı ve AKP isimli kitabımda ayrıntılı olarak anlatmıştım.)
Siyasal laiklik ve ötesi Laisizmin dinle devletin ayrılması şeklindeki tanımıysa
siyasal laisizm denebilecek bir duruma tekabül eder.
Daha radikal dönemlerde laiklik dinin toplumsal alandan silinmesi, özel hayata hapsedilmesi, hatta bazı hallerde bütün bütüne ortadan kalkması siyasal laisizmin sonucudur. Peki, bugün yeniden dine dönmek, dinin toplumsal alanda görünmesini istemenin 'meşruiyeti' nereden kaynaklanıyor?
İşte bu bir felsefi-kültürel sorundur. Arkasında dinin modernleşmeye karşı olmadığı, inanan bir insanın da yukarıda tanımladığım çerçeve içinde modern olabileceği düşüncesi yer alıyor.
Bu, en geniş anlamda dinin modernleşmesidir. Aynı şekilde dine inanan bir insanın felsefi-zihinsel anlamıyla laik olabileceğini/olduğunu kabul etmektir . Bir anlamda da likliğin erebileceği en son kerteye ulaştığının işaretidir bu.
Kamusal alanda görülse bile dinin artık bir özel-varoluşsal olgu olduğunu düşünmektir. İşte budur tartışmanın özü...şimdilik!
Yayın tarihi: 9 Ocak 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/01/09//haber,2A8BD5E2B55A4B98A537F05547FF9B00.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.