İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bir yılbaşı duyurusu için büyük usta
Ara Güler'in 1957 yılında çektiği (kitabında 1960) karlar yağan Beyoğlu görüntüsünü afiş olarak panolara yapıştırdığını görünce aklımdan şimşek gibi bir cümle geçti:
gerçek bir Paris yoktur, Paris imajı vardır. Öyledir! Bugün Paris dediğimiz şey
Atget, CartierBresson, Doisneau, hatta onlardan çok farklı bir biçimde portreler çekmiş olan
Nadar gibi fotoğrafçıların ortaya koyduğu çeşitli görüntülerin yarattığı imgedir. Bu korkunç bir şeydir. Çünkü o romantikizlenimci resimler Paris tarafından bir bütün olarak ısrarla, ödün vermeksizin kullanılmış, çoğaltılmış, adeta bütün dünyanın belleğine kazınmıştır. İnsanlar bugün durup dinlenmeksizin, farkında olarak ya da olmayarak, sandalyelerinden kahvelerine, parklarından sokaklarına kadar o Paris'i ararlar.
İstanbul'un Ara'sı Oysa zavallı İstanbul, (elbette başka ve çok önemli, çok başarılı fotoğrafçıların emekleri de işin içinde olmakla birlikte)
Ara Güler'in eşsiz menentsiz karelerine akıl almayacak kadar zevkli, güçlü, çarpıcı fotoğraflarla 'yakalanmıştır' ama kimse onları yaymak, dağıtmak, İstanbul'u kuran imgeler haline getirmek kaygısını gütmemiştir. Şimdi
Dünya'
nın yayınladığı ciltlerde yer alan o fotoğraflar sadece Fransız fotoğrafçılarının çektiği resimler gibi canlı ama donuk sokak, bina, kısacası nesne ve çevre görüntüsü değildir. Etkileyici
insan manzaralarıdır o resimler aynı zamanda. Kim unutabilir o Yağ İskelesi, Kandilli'de sokak, Kürt çöpçü görüntüsünü ve daha kim bilir kaç görüntüyü? Bunlar belleğin siyah beyaz yakaladığı karelerse bir de
Yitik Renkler kitabının renkli görüntüleri var. Canlılıkla hüznün, gerçekle düşün, gerilimle çözülmüşlüğün bir kent üstünden bütün insanlığa açılışının halleridir o resimler. Ara Güler kendisini sadece muhabir olarak nitelendirse de bu böyledir. (Tabii, onun bu kitaplarda yer almayan eşsiz portrelerine hiç girmiyoruz.)
Görüntüsüz bellek Nedir ona ve genel olarak fotoğrafa gösterilen bu büyük ihmal?
Belki tarihi boyunca görüntüye kapalı kalmış bir toplumun şimdi ansızın fotoğraflarla yakın bir ilişki içine girmesi şaşırtıcı olurdu diye düşünülebilir .
Doğrudur ama bana öyle geliyor ki, fotoğrafa kapalı kalışımız ve bir görüntünün içine hapsettiği, sakladığı görüntüyü adeta yok sayışımız bizim bellekle (hafızayla) olan sorunlu ilişkimizin bir sonucu. Son derecede hızlı bir değişim yaşayan, bunu ekonomik ve toplumsal düzeylerde gerçekleştiren, bunun gerektirdiği (hatta hiç gerektirmediği) ölçülerde içinde bulunduğu mekanı yıkan, hatta kendi kişisel, bireysel tarihini bu değişime koşut olarak yok eden, unutan bir bireyin veya bir toplumun fotoğrafa ilgi duyması olanaksızdır.
Biz, geçmişi ve belleği olmayan bir toplumuz; anımsamaktan nefret ediyoruz ve geleceğimizi unutmanın verdiği rahatlık, kaygısızlık ve kayıtsızlık üstüne kurmaya çalışıyoruz. Baştan beri yazımızın olmaması, felsefe, edebiyat ve tarihin en fazla yüz yıllık bir geçmişe dayanması bu durumun bugünkü nedeni. Bunu şuna bakarak da anlamak mümkün. Geçenlerde bir kitap aldım.
Paris Changing isimli bu kitapta büyük Paris fotoğrafçısı
Atget'nin yüzyıl başında çektiği sokak, bina görüntüleri bir de bu yüzyılın başında çekilmiş. Hani, Tanpınar'ın dediği gibi, '
her şey yerli yerinde'. Bir de bizim halimiz...
O zaman şunu söylemek ve gerek ona gerek İstanbul Belediyesi'ne önermek mümkün. Ara Güler bizim hafızamızın fotoğrafı ve fotoğrafları bizim hafızamızdırr. Keşke Belediye araya girse, bu usta Atget için yapılanı kendisi yapsa, gidip o eski mekanları bir de şimdi görüntülese.
Bizi bize anlatmak için bundan lezzetli bir yol olur muydu?
Yayın tarihi: 29 Aralık 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/29//haber,623D4447F8E84BCD85B37609D0FA84C5.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.