kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 17 Aralık 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Fazıl Say'a 'Git' demek

Fazıl Say'ın yaptığı açıklama çok boyutlu sonuçlar doğurdu, çünkü çok karmaşık bir dizi unsura işaret ediyor. Aşağıda uzun boylu ele alacağım gibi, bugüne kadar hep "Git" denilen bir toplumda ilk kez birisi, ne kadar naif de olsa, "Giderim" diyor. Bu sadece yabancı-yerli yaklaşımıyla ele alınacak bir şey değil. Çok önemli yanları var bu tartışmanın. Onların içinde hemen göze çarpan bir iki unsurla hiç akla gelmeyen bazılarını söz konusu etmek niyetindeyim. Bugün bu işin daha gündelik bir yanını ele alıp ötekileri daha sonraya bırakayım.

'Gidersen git...'
Fazıl Say'ın malum ilk açıklamasına Dengir Mir Mehmet Fırat, AKP'nin en öndeki bir görevlisi sıfatıyla cevap verdi. Bir anlamda "İstiyorsa, gidiyorsa çekip gitsin" dedi. Bunu diğer bazı açıklamalar izledi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da daha "sofistike" bir açıklama yaparak bu sanatçının halkına-toplumuna yabancılaşmış olmasından dolayı üzüntüsünü dile getirdi.
Fırat'ın açıklamasında çok yadırgatıcı bir ton var ama biz o tona Türkiye olarak çok alışkınız. Çünkü özü itibariyle dışlamacı, üniformite, homojenlik arayışı içinde olan insanlarız. Politik düzeyde çoğulculuğu, çokluluğu savunabiliriz ama onları savunurken dahi bilincimize, daha doğrusu bilinç dışımıza egemen olan tekçi yaklaşımlardır. Onun da baştan beri bir tek özeti, sloganı vardır: ya sev ya terk et!
Bunu sadece pro(to)faşist gruplar söylemiyor bu ülkede. Onlar açıkça dile getiriyor. Bu yaklaşım herkese hakim. Genelkurmay Başkanlığı, "Ya kal ya git" diyor, "Şunu yapmayan bizden değildir" diyor; yeri geldiğinde hem de çok ama çok farklı gibi duran bir söylem içinde Başbakan "Al ananı git" diyor. Tekrar edelim, sosyo-kültürel, sosyo-politik bilinç dışımıza "Git" komutu yön veriyor. Önce, çok farklı koşullarda da olsa, Ermenilere "Git" dendi, sonra Kürtler, şöyle veya böyle gönderildi, ardından gayrimüslimler, 67 Eylül'de gitsin diye bir dizi dolap tezgahlandı, Rumlar gönderildi. Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Nazım Hikmet, Zekeriya Sertel ve daha nicelerine "Giderse gitsin" dendi. En son Orhan Pamuk gitti. Hatta bana göre Sivas Madımak yangını da "Göndermenin" çok özel bir haliydi. Şimdi Fazıl Say'a da aynı şey söylendi.

Anlamak, anlaşılmak
Bunun dışındaki tek ve çok önemli, hayati bir yol var ki, onu sadece Cumhurbaşkanı Gül dile getirdi: anlamaya çalışmak.
Bu gerçekten de gözden ırak tutulamayacak kertede önemli bir yaklaşım. O tavır olmadan adını ne koyarsak koyalım içinde soluduğumuz yönetim-rejim demokrasi-demokrat olamaz. Evet, sihirli eylem-kavram, anlamaya çalışmak. Sanıldığı gibi tepeden bakmayı, hakim olmayı, güven(ce)de olmayı da içeren hoşgörü değil, olamaz da burada aradığımız tepki. Kim kime hoşgörü gösterme hakkına sahip olabilir bir sosyal dağılımda. Anlamaya çalışmak aynı zamanda bir eşitlenme, tesviye isteğini de kapsar ki, Diyojen gibi onu arıyoruz, gündüz gözüyle yaktığımız fenerlerle.

Tedirginlikten tedhişe
Bu zaruridir; çünkü, daha önce, seçimlerin AKP'yi % 50'lere doğru taşıdığını görünce, gerek bu köşede gerekse ATV'de Fehmi Koru'yla birlikte yaptığımız programda "AKP'li olmayanlar" konusunu gündeme getirdik. Nedeni, bizatihi AKP'nin yaptırdığı araştırmalarda "Laikliği tehlikede görüyorum" diyenlerin oranının % 50'lerde çıkmasıydı. Hiçbir iktidar korkuya, endişeye, tedirginliğe dayalı bu yükü taşıyamaz, ona göz yumarsa tedhiş doğar ki, altından kalkamaz. O zaman geriye bir tek yol kalıyor: anlamaya çalışmak.
Çok hassas, çok kırılgan bir yanı var bu işin. Çarşambaya...