kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 25 Aralık 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Sürgün...

Yannich Noah'ı Türkiye'de tenis ve "Regae" (Jamaika kökenli Afro-Amerika müziği) meraklıları dışında pek tanıyan olmasa gerek.
Kamerunlu bir baba ile Fransız bir annenin çocuğu o. Yani melez. Çocukluğu Kamerun'da geçti. Dünyanın ilk Siyah profesyonel tenis şampiyonu olan Arthur Ashe'in teşvikiyle raketle tanıştı. 1983'te Roland-Garros'u (Paris Açık Turnuvası) kazanarak Fransa'nın ulusal kahramanı haline geldi. Zaferden zafere koştuğu tenis kariyerini noktaladıktan sonra diğer tutkusu olan müziğe yöneldi. Şimdi de Fransa'nın en sevilen şarkıcıları arasında.
İşte o Yannich Noah önceki gün açıklanan "Fransızlar'ın en sevdiği şahsiyetler" araştırmasında birinci oldu. İkinci sırada Cezayir kökenli bir ailenin oğlu Zinedine Zidane var. (Onu anlatmaya gerek var mı?)
Ve işte o Yannich Noah araştırmanın yayınlandığı gün zehir zemberek bir açıklama yaptı: "Bu adamın herşeyi sinirime dokunuyor. Tavırları, ses tonu, kendini beğenmişliği, küstahlığı beni hasta ediyor. Hele ikiyüzlülüğü. Hele yalanlarıMidemi bulandırıyor."
Onun "Bu adam" diye başlayıp yerin dibine batırdığı kişi Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy. Fransız basını Noah'ın açıklamalarını ballandıra ballandıra aktardı. Kimseden de ses çıkmadı. Seçim kampanyası sırasında "Fransa'yı sevmeyen burada kalmak zorunda değil. Çekip gidebilir" diyen Sarkozy'den bile.
Bu olayı Fazıl Say'ı hedef alan linç kampanyası nedeniyle aktardık.
Bir Alman gazetesine "Türkiye rüyalarımız kısmen öldü. Böyle giderse, bir kızım var, onu da alır yurt dışına giderim" dediği için başına gelmeyen kalmadı. Hakaret yağmurundan internet sitesi kapatıldı. "Facebook"taki yazışma duvarı da kapalı. "Ya sev ya terket" diye başlayıp kimbilir nerelere kadar varan hakaretler, tehditler yüzünden.

Buralar hoşgörü diyarı mı?
Nobel Edebiyat Ödülü kazanan tek Türk yazarı Orhan Pamuk'tan sonra 21'inci yüzyılın en büyük piyanistleri arasında sayılan Fazıl Say'ı da yitirmek üzereyiz?
Bizim için "Hoşgörülü", "Farklı görüşlere saygılı" derler ya; inanmayın. Bu topraklar değil ayrık otlarına, farklı kokulardaki çiçeklere bile tahammül edemedi, edemiyor.
Öyle olsa; diyasporadaki Türkiye kökenli Ermeni sayısı Türkiye'deki Ermeni sayısının 50 katı olur muydu?
Hitler'in Kristal Gecesi'nin bir benzeri 6-7 Eylül 1955'te Türk vatandaşı Yunanlılar'a ve Rumlar'a reva görülür müydü? Atina'daki "Yeni İzmir" mahallesinde Türkiye'dekinin birkaç yüz misli Türkiyeli Rum yaşar mıydı?
Sadece Almanya'daki, sadece İsveç'teki Süryaniler'in sayısı bile Türkiye'deki Süryaniler'in birkaç katına ulaşır mıydı?
Bu toplum kendi içinden çıkan farklı seslere, farklı nefeslere bile dayanamadı.
İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif Ersoy'a ancak ölmek için yurduna dönüş izni verdi.
Son nefesinde bile "Ve madem ki bir gün ölüm mukadder; / Ben sularda batan bir ışık gibi / Sularda sönmek istiyorum / Denize dönmek istiyorum / Denize dönmek istiyorum" diye sayıklayan Nazım Hikmet'i memleket özlemiyle gurbette gözleri açık öldürdü.
Mithat Paşa'yı Taif'teki sürgünde boğdurdu.
Refik Halit Karay'ı on yıllar boyunca sınırın hemen öte yakasında ağlattı.
Vatan şairi Namık Kemal'i Magosa zindanlarında çürüttü.
Hangi birini sayalım?
Gurbette kahrından kansere yakalanan Yılmaz Güney'i mi? Şimdi Paris'te PereLachaise mezarlığında yatıyor.
"Yeni kasetimde Kürtçe parça okuyacağım" dediği için linç ettiğimiz, can güvenliği için Fransa'ya kaçmak zorunda bıraktığımız, son zamanların en muhteşem sesi Ahmet Kaya'yı mı? O da PereLachaise mezarlığında. Ve oradan bize "Hepinizin gurbetindeyim şimdi" diye sesleniyor.
Ve şimdi de sıra dünyada BaCh'ı, Mozart'ı, Beethoven'i, Çaykovski'yi, Lizst'i en iyi yorumlayan ikiüç piyanistten biri olan Fazıl Say'da mı? O da memleketine "Ürkek bir güvercin gibi" kimselere görünmemeye çalışarak gelip gidecek? Tıpkı Orhan Pamuk gibi.
Unutmayın; Victor Hugo, "Sürgün hukukun çıplak bırakılmasıdır" der.
Fazıl Say da giderse, yazıklar olsun bize, yazıklar olsun hepimize...