kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 8 Kasım 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Ecevit ile İnönü'nün Parti Meclisi'nden bir fotoğrafı.

'Bir işe başlarken hep dua ederim'

Mehmet Çetingüleç
Laiklikle ters düşmeyen tarikatları incitmemek gerektiğini düşünen Ecevit, Fethullah Gülen'in de yurtdışındaki okullarında Türkçe öğreterek Osmanlı'nın yapamadığını başardığını savunuyordu..
Ecevit, CHP'nin kapatılması ve Atatürk'ün vasiyetinin çiğnenmesi karşısında sessiz kalınmasını içine sindiremiyordu. Bu arada, hem eski arkadaşları, hem politikaya yeni girmek isteyenler CHP'nin yerini alacak bir partiye önayak olması için Oran'daki eve akın ediyordu. Ecevit siyaset yasaklısı, Rahşan Hanım ise yaşadıkları zor günlerin tepkisiyle hırslıydı. Yeni, "icazetsiz" bir partinin kuruluşu için harekete geçmeyi kararlaştırdılar. Her şeye beyaz bir güvercinin kanatları üstünde sıfırdan başlayacaklardı. İki yıl süren yoğun ve yaygın bir çalışmadan sonra DSP, 14 Kasım 1985 tarihinde Türk siyasi tarihindeki yerini aldı. Rahşan Ecevit partinin ilk genel başkanı oldu. Siyasi yasakların kalkması üzerine 13 Eylül 1987'de de Bülent Ecevit, DSP Genel Başkanlığı'nı Rahşan Ecevit'ten devraldı. Aynı yıl yapılan seçimlerde barajı aşamayan DSP, 1991 genel seçimlerinde 7 milletvekilliği kazanınca 11 yıl aradan sonra Ecevit parlamentoya dönüş yapmış oldu. O dönemde Türkiye'nin içinde bulunduğu umutsuz atmosfer, her gün basına yansıyan yolsuzluk ve usulsüzlükler, vurgunlar, soygunlar toplumda yeni özlemler yaratmaya başlamıştı. 1995 yılı seçimlerinde DSP, "temiz toplum" , "dürüst siyaset" taahhüdüyle patlama yapıp 76 milletvekilliği kazandı. 28 Şubat 1997'den sonra yaşanan hükümet krizinde Ecevit "çoklu koalisyon" formülünü geliştirdi ve ortaya ANAP-DSP-DTP Koalisyonu çıktı. Ancak koalisyon güvenoylamasında düşünce Ocak 1999'da DSP Azınlık Hükümeti kurulup 21 yıl aradan sonra Ecevit üçüncü kez Başbakan oldu. Azınlık Hükümeti'nin kuruluşundan 1.5 ay sonra, 16 Şubat 1999 günü sabahı basın toplantısı yapan Başbakan Bülent Ecevit, Türkiye'ye müthiş bir haber veriyordu: "Bölücübaşı Abdullah Öcalan yakalanarak Türkiye'ye getirilmiştir."

PEÇETEDEKİ KONUŞMA
DSP müthiş bir rüzgar yakalamıştı. Nitekim 18 Nisan 1999'da DSP yüzde 21.7 oyla birinci parti oldu. Milletvekili sayısını 76'dan 136'ya çıkarmıştı. Seçimden 13 gün sonra Ecevit, yeni milletvekilleriyle birlikte yemin töreni için Meclis Genel Kurulu'ndaydı. Adaylığı tartışma konusu olan türbanlı Merve Kavakçı, Fazilet Partisi'nden milletvekili seçilmiş ve Genel Ecevit vedasohbetleri Kurul salonuna da türbanıyla girmişti. Kavakçı milletvekili sırasına oturunca, DSP'liler protesto etmeye başladı. Bülent Ecevit çok kızmıştı. Bir ara dışarı çıktı. Lavaboda elini yıkarken, aklına gelen sözleri bir peçetenin üzerine yazdı. Sonra salona dönüp söz istedi. Kürsüye çıktı ve o güne kadar görülmedik sertlikte bir ses tonuyla konuşmaya başladı: "Türkiye'de hanımların giyim kuşamına, başörtüsüne özel yaşamlarında hiç kimse karışmıyor. Ancak burası hiç kimsenin özel yaşam mekânı değildir. Burası milletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar, devletin kurallarına, geleneklerine uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz." Bu konuşma ve tepkiler üzerine Kavakçı yemin edemeden Genel Kurulu terk etti. Ve bir daha Meclis'e gelemedi.

"DUA EDERİM"
Bülent Ecevit'in karşı çıktığı şey; din üzerinden siyaset yapılmasıydı. Vatandaşların dini inançlarını özgürce, huzurla yaşamasından yanaydı. "İnançlara saygılı laiklik" kavramını bu yüzden ortaya atmıştı. Çünkü kendisi de inançlı bir insandı. "Dua"ların Ecevit'in yaşamında önemli bir yeri vardı: "Yalnız gece yatarken değil her vesile ile dua ederim. Herhangi bir olay yapacağım ya da bir işe başlayacağım vakit... İkimiz de Allah'a inanıyoruz. Allah'a inanmamak aslında olacak şey değil. Çünkü dünya öylesine mucize sayılabilecek şeylerle dolu ki? Oluşumlara inanmamak mümkün mü?" Ecevit'in tarikatlara bakışı, kurucusu olduğu "demokratik sol" düşünce yapısının, inançlı kesime yaklaşımındaki farkı da ortaya koyuyordu: "Benim hiçbir tarikatla ilgim yoktu. Hiçbir zaman olmadı. Ama bütün tarikatları kötülemenin de gerçekçi olmadığını düşünürdüm. Bütün Müslüman ülkelerde tarikatlar var. Bunlar genellikle asıl niteliklerinden uzaklaşmış olsalar da, etkileri devam eder. Onlar içinde çağdaş yaşama yatkın olan, laikliğe karşı kesin tavır almamış olanları incitmemeliler diye düşünüyorum. Türk toplumunun dine bağlılığının önemli bir yeri vardır. Bağlılıkla mücadele etmek yerine, o bağlılıkla laikliği uzlaştırmak çok önemli."