Haftasonu "Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım" filminin ilk gösteriminde hazır bulunmak için Antalya'daydım. O "tarihi" anlara tanıklık ettim. Tarihiydi, çünkü dünyada ilk kez bir cezaevinde, senaryosunu mahkumların yazdığı, müziğini mahkumların besteleyip, seslendirdiği ve mahkumların rol aldığı bir sinema filmi çekilmişti. Ve ilk kez bir Adalet Bakanı, filmin hem tanıtım yemeğine hem de prömiyerine katılmıştı. Filmi beğendim. Çünkü festivalde izlediğim en "samimi" sinema yapıtıydı. İzlediğim filmler arasında seyirciyi en çok heyecanlandıran, en fazla alkış alan yapımdı. Filmin "benimsendiğinin" bana göre en büyük ölçütü ise gösterim sonundaki uzun jeneriğin en sonuna kadar, koltuklardan kalkmadan, pür dikkat izlenmesiydi. Ama gelin görün ki, film ön jüri tarafından Altın Portakal'da yarışmaya değer bulunmamıştı. Küçümseyip, beğenmediklerinin ne olduğun anlayamadım. Senaryo ise, hepsi yaşanmış hikayeler. Oyunculuksa, bir mahkumun gözündeki esaretin o sönmüş hayat ışığını gerçek bir mahkumdan daha iyi kim canlandırabilir? Evet, maddi zorlukların üzerine, amatör oyuncularla çalışmanın ve cezaevi şartlarında film çekmenin güçlükleri de eklenince ortaya bazı ufak-tefek teknik problemler çıkmış olabilir. Ama halkın bu filmi sevdiğine, benimsediğine gözlerimle şahit oldum. Oysa festivalin yarışma kategorisinde izlediğim öyle filmler vardı ki, insanlar kendilerini bir an önce dışarıya atmak için dakikaları saydılar. Antalya Altın Portakal Film Festivali'ni "halkın beğenilerinin uzağına savurmayı" elitlik sananlar fena halde yanılıyor. Bir sanat ürünü eğer halkla buluşamıyorsa, kime ne faydası olur? Altın Portakal, bazı yönetmenlerin egolarını tatmin ettikleri bir laboratuvar olamaz. Biz sinemaseverler de bu "deneysel çalışmaların" kobayı olamayız. Vallahi kafam kızacak, gelecek yıl cep telefonumla bir film çekip, jürinin önüne koyacağım. Filmim hep karanlıkta geçecek. Hatta oyuncuların yüzünü bile seçemeyecekler. Sıvası dökülmüş duvarları, kırık merdivenleri olan ne kadar sokak varsa, orada çekeceğim. Oyuncularım kameraya hep bön bön bakacaklar. "Nasılsın?" sorusunun karşılığı üç dakikalık bakışmanın ardından gelecek. Başrolde ise mutlaka bir klozet olacak. (İzlediğim üç festival filminin başrolünde klozet vardı) Eminim filmim "ön jüriyi" mest edecektir. Bu yıl Altın Portakal, organizasyon olarak mükemmeldi. Her şey tıkır tıkır işledi. Başta TÜRSAK yetkilileri ve Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel olmak üzere herkesin cansiperane çalıştığına bizzat şahit oldum. Ama bu güzelliği, film içeriklerinde de görmek her sinemaseverin hakkı. Bayrampaşa filmine geri dönecek olursak: Eskiden mahkumlara taş kırdırırlardı. Bayrampaşa'nın mahkumları da taş kırmış. Ama adalet sistemimizin böbrek taşlarını... Hepsine benden kocaman bir "helâl olsun!" Tabii bu projeye mali destek veren Digitürk'e, televizyon dizilerinde gösterdiği "toplumsal duyarlılığı" ilk sinema girişiminde de tüm samimiyetiyle ortaya koyan yapımcı Birol Güven'e, etrafındakilerin dudak bükmelerine aldırmadan ilk yönetmenlik sınavını başarıyla veren Hamdi Alkan'a, başrol oyuncuları Vural Çelik'e, Yasemin Conka'ya, Hakan Yılmaz'a, minik oyuncu Okan Tangücü'ne ve hiçbir ücret almadan bu filmde rol alan ünlülerin tümüne de helâl olsun. Gösterimden sonra Bakan Mehmet Ali Şahin'e sordum: "Filmde büyük bir başarıyla rol alan, senaryo yazan, şarkı besteleyen mahkumlara bu iyi hallerinden dolayı bir cezai indirim uygulamayı düşünür müsünüz?" Tabii benimki bir fanteziydi. Bakan, bunun mümkün olamayacağını "üzülerek" dile getirdi. Kişiye özel bu uygulamanın emsal teşkil etmesinden doğacak sakıncaları sıraladı. Keşke emsal teşkil etseydi. Keşke...
Bugünkü Tüm Yazıları
Taş kıran mahkumların filmi
Yayın tarihi: 30 Ekim 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/30/gny/aytug.html
Tüm hakları saklıdır.