Geçen yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde harika filmler izlemiştim. Öncesinde de Atilla Dorsay Abi ile meşhur "DVD'si olan filmlerin katılamama kuralı" ile ilgili bir tartışma yaşamıştık köşelerimizden. Atilla Abi, festivalin amacının artık Yeşilçamı kucaklamak değil, bir dünya festivali olmak, hatta bir gün, Cannes kadar prestijli olmak üzerine kurulu olduğunu anlatmıştı. Bu, gayet anlaşılabilir bir durum. Ve gerçekten organizatörler, özellikle festivalin market ve yabancı film bölümleri ile ilgili ciddi çalışmalar sergiliyorlar. Üstelik organizasyon geçen yıla göre çok çok daha iyiydi.
ENTELEKTÜEL MAHALLE BASKISI Yabancı film seçkisi daha zengindi. Hele kendi adıma Francis Ford Coppola'nın katılımı tadına doyulmaz bir keyifti. Ancak 'Ulusal Film Yarışması' bölümünde bir hayal kırıklığı yaşadım. 'Ademin Trenleri', 'Mutluluk', 'Yaşamın Kıyısında' gibi kendini zaten ispat etmiş filmlerin yanı sıra, yarışan filmler bende bir heyecan yaratmadı. İnsanlar birçok filmin yarısında çıktı! Şimdi konu sanat filmleri olunca insan ister istemez "Ya ne kadar cahil ve sığ bir insanım, ne olur anlayayım ve çıkışta insanlara yeni dönem sineması, inanılmaz bir içsellik, içtensellik, kadersellik, fotosellik, biberlik, sirkelik, tuzluk" diye caka atmak istiyor. Ama mümkün değil. Üstelik eleştirmen arkadaşlar da beğenmedi çoğu filmi. "Ön jüri bu filmleri izlerken ne düşünüyordu?" diye birçok insan merak ediyor. Tabii bir de 'Altın Portakal'ın nereye gitmek istediğini! Seyircisiz, veya giren seyircinin (Vallahi entel arkadaşlarımız da esnedi durdu) huzurlu bir uyku haline geçtiği bir sinema mı hedeflendiğini merak ediyor. Bu yazıyı yazarken, cahil, kaba, sinemadan anlamayan, avam, 'Öteki Türkiye' gibi görüneceğimi biliyorum. Ama ben, özellikle konu sinema olunca dürüstlükten yanayım. Ve biliyorum ki yalnız da değilim. Çünkü geçen çarşambadan beri Antalya'da, Türk sinema sektörünün önde gelen isimleriyle hep bunu konuştuk... Hepsi hemfikir. Festival filmi seven 'Öteki Türkiye'nin ise kafası çok karışık... Mesela 'Yumurta' filminin çıkışında hepsi hayranlıktan delirmiş gibiydi. Yere göğe sığdıramadılar bu filmi. Ama sonra 'En İyi Film' ve En İyi Senaryo' gelince homurdanmaya başladılar. Beş sayfa senaryosu olan filme bu ödül verilir miymiş, en iyi film olacak kadar abartılmasa iyi olurmuş... Neyi beğenip, neyi beğenmediklerini anlamak için müneccim olmak gerek. Belli ki üzerlerinde ağır bir 'entel mahalle baskısı' var. Cemaatin beğendiği bir şeyi beğenmemekten ödleri kopuyor. Zaten 'festival filmi' olarak çekilmiş ve seyircisiz sinemanın güzide örneği filmlerin ödül kazanamayıp, izleyip anladığımız ve beğendiğimiz 'Yaşamın Kıyısında' ve 'Mutluluk' filmlerinin ödülleri toplaması; aslında jürinin de nasıl film peşinde olduğunu anlamayı sağlıyor. Dedim ya, 'seyircisiz sinemaseven entelektüeller' biraz dürüst olmayı başarsa, Türk Sineması 10 kaplan gücüne erişir!
Bugünkü Tüm Yazıları
Sanatta dürüst olunmaz mı?
Yayın tarihi: 30 Ekim 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/30/gny/gulsan.html
Tüm hakları saklıdır.