Bilmem insanlar "okumayı" nasıl öğrendiğini hatırlar mı? Benim şu an gibi aklımda. Annem evde çalışan köyden gelmiş okumaz yazmaz kıza öğretirken öğrenmiştim. Sonrası seller sular gibi geldi. O gün bu gündür okumanın dışında bir tek hayat anını ne tasavvur ettim ne de tecrübe.
Senede bir kez okumanın tapınağı kuruluyor İstanbul'da:
Tüyap Kitap Fuarı. Geçen yıl 25'inci yılını da kutladığımız bu fuar artık tam bir kültür şöleni.
Türkiye gibi aydınlarını ezmekle maruf, kültür adamlarını yok saymakla müftehir ve nihayet değerlerini ortadan kaldırmakla malum bir toplumda bu yılki fuarın etkinliklerine baktığımda iki büyük hadisenin öne çıktığını gördüm.
Bunlardan birisi bırakın Türkiye'yi, çağın en önemli araştırmacılarından, kültür adamlarından olan
Prof. Dr. Metin And'ın
onur ödülünü alması. Diğeri şu:
İnkılap ve
Remzi kitapevleri 80'inci yıllarına erişmiş. Onlar için de Türkiye için de bir onur. Ama bence bunun bir heyecana dönüştürülmesi şart.
Metin And: Dünyadan daha büyük Batıda
"Rönesans Adamı" denilen bir tür insan vardır. On parmağında on marifet bulunan
Leonardo'ları,
Mikelanj'ları tanımlıyor. Bu insanlara ben
"dünya açı insanlar" diyorum. Hayatı, dünyayı meydana getiren her şeyi anlamayı, yaşamayı arzu eden, bunun yolunun bilgiden, araştırmaktan ve yazamaktan geçtiğini bilen
dünya açı insanlar. Osmanlı bu insanları "bin bilim" anlamına gelen
"Hezarfen" adıyla tanımlıyordu.
Metin And onların son örneğidir. "Hezarfen"ler çoğu kez kendi kendini yetiştirmiş, "otodidakt" denilen türden insanlardır. Yaptıkları amatörlüğün sınırlarını pek aşmaz. Bir tür hedonist olan bu insanların ortaya çıkardığı ürünler kendi zevklerini doyurmaya dönüktür.
Metin And o türden de değildir.
Kendi alanlarında dünyanın en önemli metinleri arasında sayılan bilimsel çalışmalar ortaya koymuş bir bilim insanıdır. Ama bu onun tiyatrodan büyüye, minyatürlerden klasik müziğe kadar bunca alana yayılmasını engellememiştir.
Özgürlüğün hayatı Engelleyemez; çünkü, Metin Bey öncelikle bir
kültür adamıdır. Ama asıl çarpıcı olan hayatıdır:
Şarapçılık öğrenmesi istenen, dünyanın en iyi okulunda uluslararası hukuk doktorası yaparken bir gün tezini yazmak için hazırladığı tüm fişleri çöp bidonuna atıp kendi yoluna giden bir adam . Başta bale eleştirileri yazar. Galiba büyük ustamız
Ara Güler'in çektiği bir fotoğrafı vardır. Tütüleri içindeki balerinlerin arasında gülen bir Metin And. O resimde yüzündeki mutluluk dünyayı kendi verdiği karar doğrultusunda yaşamayı bilen bir insanın iç erincidir.
'
Güzellik bana yasak' Yeterince olmasa da onu tanıdım. Çok değişik nedenler ve vesilelerle. Aziz dostum
Yavuz Onursal'ın sayesinde TV 8'e
Fildişi Kule programını hazırlarken bir seansta da onunla görüşmek istemiştim. Evinden artık çıkmazken lütfetti, geldi. Akşama yemeğe gittik. Yanımda
Hamid Akın vardı. O Bachçıdır. Metin Beyin Mozart tutkusu dillere destan. Onu konuştular. Metin Bey bir dizi güzel, çarpıcı öykü anlattı, yemeğin sonuna gelirken, hayatımın en önemli sözlerinden birisini söyledi.
"Artık" dedi, "Ne bir şey okuyor, ne bir şey dinliyorum. Bütün güzellikleri kendime yasakladım. Az zamanım kaldı. Yazmak istediklerimi bitirmek istiyorum. Güzellik insanı kendisinden çalıyor. Çünkü bitmiyor. Şimdi esir gibi çalılşıyorum. Sadece gecenin sonunda bir aksiyon filmi izliyorum. Bitince, bitiyor. Oysa estetik bittikten sonra başlar." Ne diyeyim, donup kaldım. Seksen yaşında kendisini esir gibi çalışmaya bağlamış birisi. Onun 1950'den sonraki Ankara'da yaşadığı hayat, onun kültürle yoğrulmuş birikimi.
Şimdi benim bu büyük kültür insanı ve büyük ustadan naçizane bir ricam var: yaşadıklarını yazsın lütfen, otobiyografisini. Böylece bir insanın eşsiz bir hayatı zamanın elinden nasıl çaldığını öğreneceğiz!
Yayın tarihi: 27 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/27//haber,1247A90A628042EFAFE3BCA19A26791B.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.