Anlaşılan birisini aradıktan sonra fişi prizde unutmuşum ki, telefon ansızın çalmaya başladı. Adetimin tersine, o çok sevdiğim evin ikinci katından tahta basamakları döverek inip açtım. Çok değerli dostum Aydın Sezgin haberi verdi:
Attila İlhan ölmüştü . Amerika'daydım!
Dün, benim için o kadar değerli ve o ölçüde önemli olan bu büyük şair ve yazarın ikinci ölüm yıldönümüydü.
Kanaltürk, ona yayınlarında çok geniş bir yer verdi.
Büyük Yolların Haydutu başlıklı çok uzun belgeseli, ara ara, izledim.
Onun görüntüsü her ekrana geldiğinde zihnimin bundan elifi elifine otuz iki yıl öncesine kaymasını, onu ilk kez gördüğüm zamanı, ondan sonra çok uzun yıllar devam eden çok yakın dostluğu anımsamasını engellemek mümkün müydü?
Derken, benim kendisini tanıdığım yıllarda gerçekleştirdiği,
Çalar Saat programı ekrana geldi. Karşımda, o duman yıllarının linyit kokulu Ankara'sındaki unutulmaz Attila İlhan görüntüsü vardı: yüzünün henüz yumuşamamış sert çizgileri, saçlarının henüz alışkanlık kazanmamış hırçın dağılımı ama gözlerinin her zamanki tedirgin, ürküntülü, kuşkulu ama çok zeki bakışları! Sonradan fark ettim ki, o yıllardaki İlhan tam da benim şimdi içinde bulunduğum yaşlardaydı.
Hangi Attila İlhan? Onu ilk kez görmeme, onun gibi söyleyeyim,
hangi Attila İlhan yol açmıştı sorusunun yanıtı çok bellidir. O darmadağınık, kana batmış 1970'lerde henüz 20 yaşının başında olan, kendisine özgü bir karaktere sahip, genel siyasal gidişatla ortaklıkları bulunsa da yeterince uzlaşamayan, farklı yetişme koşullarından gelmiş birisi için o, hiç kimseye benzemeyen, ayrıksı, gücünü kültür ve bilgiden alan, onları keskin bir zeka ve inanılmayacak derecelere varmış muhayyilesiyle yoğuran, yeni sentezlere taşıyan, yepyeni şeyler söyleyen birisiydi. Çok açık söyleyeyim, belki kendisi şimdi olsaydı kızardı ama, Attila İlhan o yıllarda
Türkiyeli olmayan bir Türk yazar ve düşünürüydü. O tarihe kadar onu elbette yazarşair olarak tanımıştım. Fakat bana bu derecede etki edişi o meşhur
köy edebiyatı kavgasından sonradır. Hep yaptığım gibi, o tartışmadaki çarpıcı gücünü gördükten sonra oturup kitap olarak yayınlanmış, dergi sayfalarında kalmış (sonradan onları toplamasına yardım edecektim) tüm yazılarını okuyup bir gün karşısına çıktım. Edebiyatı siyasetle böylesine harmanlayan başka kimseleri tanımamıştım.
Edebiyatı öldüren politika İlk uzun görüşmemizden ayrılırken benim de bugün yakındığım
bir şeyden şikayet etmiş, gençlerin kendisine sadece politika için geldiğini oysa edebiyat konuşmak istediğini söylemişti.Buna mukabil Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladıktan sonra kendisini büsbütün kaptırdığı siyasal düşünceleri, o düşüncelerin içinde benim hiç mi hiç katılmadığım yanlar, kendisine yüklediği
misyon onu, aramızdan ayrılırken edebiyatçı kimliğinden uzaklaştırmıştı.
Siyasetçi Attila İlhan şair Attila İlhan'ı öldürmüştü. Edebiyatçılar arasında baştan beri kendisine karşı süren tepki (bu onun ödün vermezliğinden kaynaklanıyordu) bunu fırsat bildi ve Attila Ağabeyi şimdi insanların sadece muhayyel bir Kemalizm ve ne olduğu belirsiz 'dip dalgası hareketi' gibi evrenler içinden tanımasına yol açtı.
Oysa Attila İlhan bütün o şiirleri ve romanlarıyla (ve elbette düşünceleriyle de) edebiyatımızın en görkemli ve güçlü muhayyilesidir. Şiirinin çarpıcılığı, aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasına karşın, bugün hala bana şiirlerini getiren genç kuşaklar üstündeki dayanılmaz etkisini sürdürüyor. Romanlarını ise (Kemalizme daldıktan sonra yazdıkları bir yana) insan bir muhayyile çığlığı olarak okur. Kişisel mitolojisi ise bunların hem önünde hem ardındadır.
Ahmet Oktay haklıdır: onunla hesaplaşmadan edebiyatçı olmak çok zordur. Onu çok özlerken bir tek şeyi istediğimi fark ettim:
bir tek Attila İlhan olmadığı bilinsin!
Yayın tarihi: 13 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/13//haber,04B41AD386F24804BE86077A6C40D29C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.