Geçen haftalarda 15 askerimizin daha şehit edilmesi içimizi yaktı. Protestolar da sabrımızın taştığını gösteriyor. Gözümü kapayınca hemen o resim beliriyor önümde: Acıdan kaskatı kesilmiş bir adamın kucağında ağlayan iki çocuk... Zehra ve Güneş... Şehit düşen askerimizin kızları... Birbirlerine bakarak çaresizlik içinde gözyaşı döküyorlar. Onlara ne dendi, küçücük bebeler olarak ne anladılar bilmiyorum. Belki içgüdüleriyle babalarını bir daha göremeyeceklerini anladılar veya herkes ağlıyor diye ağlıyorlar. Şurası muhakkak ki hep birlikte yas tuttuk. Bir ufacık resim ve haber daha vardı: Şehit ve gazilerimizin aileleriyle dayanışma kampanyası... "Edirne Koleji öğrencileri, katkı için harçlıklarını vermişler. Keşke çok ünlü biri liderlik yapsa da bu dayanışmayı maddi, manevi daha etkili bir biçimde yurda yayarak devamlı kılabilsek!" diye yazmıştım. Ertesi gün Fatih Terim'in Milli Takım'la başlattığı girişim, ülke çapında müthiş bir dayanışma olayına dönüştü.
DUYMAYAN KALMASIN
Bu olaydan önce bir sevinç yaşamıştık. Starkey İşitme Vakfı, Starkey Kanada ve NBA Minnesota Timberwolves Basketbol Takımı, binden fazla sosyal güvencesi olmayan kişiye kulaklık takarak, duymalarına olanak sağladı. Talep o kadar arttı ki Van'dan 82 kişi daha katılmak istedi. Genel Müdür Emin Örnek ve Türk sponsorlarımızın gayretiyle bu da halledildi. Kimsenin geri çevrilmemesine sevindik. Bu çocuklar, kim olduklarını, nerede oturduklarını belirten bir mektupla teşekkür ediyorlar. Böylece yardımı yapan takip edebiliyor. Ekip gelmeden çok önce yapılan taramalarla çeşitli bölgelerimizden bu kişiler bulunuyor, kulak ölçümleri yapılıp aletlerin ön hazırlığı tamamlanıyor. Tedaviden sonra işitme kaybının çok yüksek olduğu dönemde, duymanın önemini anladım. Burnunuzu kapatıp birkaç saniye denize daldığınızı düşünün... Çevrede olup bittiğini bilmediği bir sessizlikte, boşlukta, güvensiz ve yalnız hissediyor insan kendini. Ayağını bile nereye bastığını bilmeyen bir dengesizlikle çırpınıyor ve gülünç olma ihtimaliyle de utanç duyuyor. Kulaklık takılınca farkı anladım. İlk önce "Duymayan çocuk kalmasın!" kampanyasına önayak oldum, ama bu yıl "Yurdumda duymayan kalmasın!" olarak hakikaten işitmeyenin kalmayacağı bir hedefe doğru gidiyoruz. İlk duydukları an o kadar etkili ki! Biliyorsunuz dudak da okusalar, bizim çıkardığımız sesleri çıkaramıyorlar. Kulaklarında ilk sesi duyduklarında sessiz, sakin dururlarken birden çok büyük bir şaşkınlık ve sonra da sevinç ifade eden garip bir ses çıkarıyorlar. Hele annelerinin sesini ilk duydukları an... Çok güzel çok... Yalnız rüzgârın, kuşların sesini duymakla kalmadılar, normal eğitime, topluma kazandırıldılar. Amerika'dan gelenlerin beni çok etkileyen bir tarafı var. Minnesota'da verdikleri partilerde muhteşem malikânelerini ve yaşamlarını gördüm. Dünyada ihtiyacı olan çocuklara para topladıktan sonra ekiplerini gönderip, kulaklıklarını taktırabilirler. Hayır! Belirli yaştaki bu insanlar, konforlarını, alışkanlıklarını bırakıp, bazen hiç bilmedikleri (bu yıl Mısır ve Hindistan da var) ülkelerde beş-altı gün sabahtan akşama kadar 250 civarında kişiye, kontrollerini yaptıkları cihazları teker teker kendileri takıyor. Havana'daki büyükelçiliğimizde çalışan Adem'in 26 yaşındaki yeğenine de takmışız. İzinde bulunduğu Hatay'ın bir köyünden arıyor, "Bu gece ailede şenlik var, teşekkür ederiz," diye. Hacı Hüsrev'den gelen bir çift daha varmış. Anne 16, baba 18 yaşında. Dünyalar tatlısı bebekleri duymaya başlayınca babası bir taraftan ağlıyor, bir taraftan "Artık duyuyor, duyuyor," diye zıplaya zıplaya Roman havası oynuyormuş.
Yayın tarihi: 20 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/20/ct/akin.html
Tüm hakları saklıdır.