Odamda oturdum, bilgisayarımı açtım, yazmaya başlayacağım ki, Ercan içeri girdi.. Elinde bir kağıt.. Okuyorum. "Jül Sezar döneminde Roma'da yaşamış çok itibarlı bir senatör. Sezar'a yakın ve sadık. Sırdaşı, akıl hocası.. Roma kanunlarını yaparken Sezar'a fikir veren adam. Sezar'ın yükselmesine katkısı büyük.. Çok adil, akıllı, otoriter bir insan. Evli, 3 çocuklu.. Çok zengin.. Sezar öldürülünce Roma'yı terk etti. 81 yaşında Palermo'da öldü."
"Eee" dedim.. "Bilmece mi bu sabah sabah?.. Kim bu?."
"Sizsiniz efendim" dedi, Ercan..
Ercan bilgisayara düşkün.. Beni kazıkladı, aylar önce "Kardeşime bilgisayar alacağım" diye.. Meğer kendine almış. Sabaha kadar oturuyor.. Bütün gün arabada uyuyor ya nasılsa..
Gece girdiği bir sitede adıma rastlayınca, okumuş..
Hıncal Uluç, bundan evvelki hayatında neydi?. Buymuşum işte..
Romalı senatör.. Beterin beteri var.. Brutus da olabilirdim..
Oturdum yazmaya..
Bilgisayar benim için bu.. Çağdaş daktilo.. Bir de hazır ansiklopedi.. Bir yazı yazarken, acil bilgiye ihtiyaç duyarsam, bazılarının hala kültür sandığı, kültür dediği şey, iki tık ötemde..
Yaz kelimeyi.. Önüne bilgi yığılıyor.. Dök okuduklarını köşene.. "Vay be, ne kültürlü adam, neler neler biliyor?.." desinler.. Ya da sen öyle san, avun..
10 yıl önce öyleydi.. Bilmek gerekiyordu kültürlü olmak için.. Şimdi, neyi aradığını bilmek yeterli, bilgiye ulaşmak için.. O zaman kültür ne?.
Neyi bileceğini bilmek.. Bilgiyi özümleyebilmek, yorumlayabilmek..
Google'a girip bir mal bulunca, magribiler gibi ortaya atılıp "Bu gerzekler bunu bilmezler" diye yazmak marifet değil..
Bin kitap okumuş, on bin bilgiyi hafızasına yazmış adamın bildiği her şeyi Ercan da biliyor günümüzde.. Ve de yanında taşıyor hep, dizüstü bilgisayarı sayesinde.
Benim bilgisayarım iki işe yarıyor özetle.. Bir sanal hafızam.. Kafam artık hamal değil. İki, daktilom.. Ötesi yok..
Bilgisayarı başka hiçbir şey için kullanmadım. Bilgisayar önünde de vakit geçirmedim..
Saatlerce chat yapıyorlar.. Niye bilgisayarda.. Niye ekran başında.. Niye yazarak?..
Sohbetin canlısı mesela Ortaköy'de, mesela, Kanyon'da, mesela bahçemde beni beklerken niye minnacık bir aletin başında, kapalı bir odada, tek başına, yalnız saatler geçireyim ki?.
"Dokunamadığın şey senin değildir" diyordu geçen gün bir filmde biri.. Dokunabileceğim insanlarla doluyken gerçek dünya, sanal dünyaya kapanmanın ne alemi var?..
Facebook diye bir çılgınlık başlamış, okuyorum.. Saatlerce başında oturtuyormuş, hele de gençleri.. Sevgilisinden kopup bilgisayar başına koşuyormuş genç kızlar, Facebook'a girmek için..
Yuh..
24 saat ne kadar kısa bir günü yaşamak için.. Onun da en kıymetli saatlerini sanal dünyada geçir.. Gerçek dünya tüm fırsat, güzellik ve coşkularıyla seni beklerken.. Gelen e-maillerden anladığım kadarıyla, internette, Facebook'ta, şurda burada, benim adıma siteler, köşeler falan varmış.. Yok.. İnternette, bana ait, benim kurduğum hiçbir şey yok. Olanları başkaları yapmış. Bana sevgilerinden bazı arkadaşlar kurmuşsa, sağ olsunlar.. Adımı kullanmak isteyen üç kağıtçılarsa, aşk olsun.. "Hele ben kurayım, yarın Hıncal'a satarım" diyen yatırımcılar hele hiç umutlanmasın..
Benim her dakikam öyle değerli, öyle kıymetli, öyle dolu ki, saniyemi ziyan edemem sanal dünyada.. Zaman hem de böyle hızla akıp giderken, günüm, ömrüm gerçeklere yetmiyor benim.. Sanalı kusur kalsın!..
Bugünkü Tüm Yazıları
Bilgisayar çağında "Ben" olmak..
Yayın tarihi: 13 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/13//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.