Türkiye'de garip şeyler oluyor; Türkiye cezbeye tutulmuşçasına Malezya olup olmayacağını ve mahalle baskısı kavramını tartışıyor. Tartışmalar incir çekirdeğini doldurmayacak kertede basit, sıradan. Oysa derinlemesine bakılsa bu tartışmadan üretilecek bazı sonuçlar olabilir. Fakat onun için galiba şu dört noktayı gözden geçirmek şart.
Korku ve modernleşme Türkiye'nin mahalle baskısı ve Malezya tartışmalarına 'dolanmış' olması öncelikle modernleşmesiyle ilgili bir sorun. Ve neredeyse hiç bitmeyen, hiç değişmeyen bir sorun bu. Çünkü,
modernleşme, biraz da doğal olarak, kendisini değişimden kaynaklanan korkularla ifade eder. Şimdi hatırlayınız, 1970'lerde, Soğuk Savaş devam ederken yaşanan 'komünizm' korkusunu. Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın her yıl sonbaharda
'bu kış komünizm gelecek' uyarısını tekrarlayışını. Buna bir de şu anekdotu ekleyeyim: çok iyi hatırlıyorum. Sol politikalar bütün hızıyla devam ederken bir şehir efsanesi alıp yürümüştü. Güya, bir evde gündelikçi olarak çalışan kadın gelip ev sahibesine, 'hanım' demiş, 'yakında komünizm gelecek diyorlar. O geldiğinde her zenginin evi birisine verilecekmiş. Biz kocamla konuştuk. Sizinkini bize verin, hem o vakit siz de bizimle yaşarsınız.' Bu 'korkunç' (gerçekten korkunç!) öykü, dilden dile konuşuldu. Şimdi galiba, bütün o Malezya, mahalle, vs. tartışması gelip buraya dayanıyor.
22 Temmuz'u sınamak Bugün yaşadığımız korku sadece modernitenin getirdiği bir korku değil. Arkasında bence çok önemli olan bir başka boyut daha var:
Türkiye, 22 Temmuz seçimlerinde verdiği kararı sınıyor. Ortaya çıkmış sonucu gözden geçiriyor ve yaptığının doğru olup olmadığını sorguluyor. Denecektir ki, bu tartışmayı yapanlar, o kararı verenler, üretenler değildir. Bu doğru bir sav gibi görünse de unutmayalım ki, AKP'nin aldığı oyları 'kemik' oylar değildir. Bir koalisyonun sonucudur. Dolayısıyla bu tartışmaya katılan veya sessiz kalanlar da o tartışmanın ürettiği ve haksız sayılması gereken korkulardan etkilenecektir.
Muhalefete tepki Türkiye'deki siyasal analizde çok kullandığımız 'çevre' kavramını ben daima 'muhalefet' olarak anladım ve kullandım.
Muhalefetin ortaya çıktığı, büyüdüğü ve hakim olmaya başladığı her dönemde merkez, yani kurulu düzen bir müdahale eğilimi içine girmiştir. Yaşadığımız tüm askeri darbelerin özeti budur. Müdahale dediğimiz olgu bundan sonra da bugüne kadar hakim olmuş yöntemlerle yapılmak zorunda değil. Bugün psikolojik savaş denilen ve sivil örgütlenme denilen yöntemin ağır bastığı ortada. Bütün bu tartışmaların içinde böyle bir boyutun olduğunu ve korkunun çok önemli bir araç olarak kullanıldığını unutmamak lazım.
Hükümet ve boşluk
Nihayet en önemli nokta:
bu tartışmaların ortaya çıkmasının altında yatan asıl belirleyici parametre hükümetin çekinik tavrıdır. Şurasını açıkça söylemek mümkün:
22 Temmuz sonrasında eğer hükümet veya AKP daha farklı adımlar atabilseydi, daha kuşatıcı, etkin ve kavrayıcı bir politika uygulayabilseydi bugünkü tartışma asla bu boyutlara varmayacaktı. Hükümet göremedi. Gül'ün Cumhurbaşkanlığı seçimi AKP'nin enerjisini yedi. Anayasa değişikliği için atılan adımlar yöntemsel ve ağır hatalar meydana getirdi. Açıklanan hükümet yeteri kadar 'parlak' olmadı. Güvenoyu sonrasında yeni, hızlı ve yaratıcı bir icraat sergilenmedi.
AKP, yeni dönemi ideolojik bir yaklaşımla belirledi. Bunun karşılığı da ideolojik bir tartışma olacaktı. O tartışmada tuttuğu yerin doğru olması yetmiyor. Çünkü,
bugüne değin AKP'ye dönük 'gizli gündemi var' şeklinde ifade edilen 'korku' şimdi 'açık eylem' korkusuna dönüştü. Hiçbir hükümetin böyle bir korkuyu yaygınlaştırma hakkı yok. AKP de bunu hızla aşabilir.
Türkiye'de garip şeyler oluyor; Türkiye cezbeye tutulmuşçasına Malezya olup olmayacağını ve mahalle baskısı kavramını tartışıyor.
Yayın tarihi: 2 Ekim 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/02//haber,C03922E8082A4A77AC9696FF4169EAF1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.