Amerika'ya gelince insanın karşısına iki dünya çıkıyor. Birisi Amerika'dan görünen Türkiye, diğeri Amerika'nın kendisi. Birincisini perşembeye bırakıp Amerika'da neler olduğunu bir haftalık izlenimler içinden anlatmaya çalışayım.
Başkanlık seçimleri Amerika'daki en sıcak konu Irak savaşı gibi görünse de alttan alta işleyen ana mesele 16 ay sonra ortaya çıkacak olan yeni yönetim. Bu konuda kafalar bir hayli karışık. Başkan adaylarının
Cumhuriyetçi Parti'de de
Demokrat Parti'de de daha belirlenmemiş olması bulanıklığın ana nedeni. Buna mukabil Demokratlar arasında durum biraz daha berrak. Ortaya çıkmış adaylar arasında iki isim öne fırlıyor. Bunlar
Barack Obama ile
Hillary R. Clinton. Gündelik hayata bakınca Amerika'ya son geldiğim nisan ayından bu yana
Obama bir hayli güç kaybetmiş. Hala bir saygınlığı var. Fakat politikanın garip bir açmazı onu da etkilemiş, hatta altına almış.
O garip kader, insanların oylarını gönül rahatlığıyla en çok istedikleri adaya vermeyip bin türlü değerlendirmeyle ikinci en iyiye yönlendirmesidir . Evet, demokrasi en çok istediğimizin değil ikinci en iyinin hakim olduğu bir düzendir. Çünkü hayatın ta kendisi böyledir. Şaşırtıcı olanı, bu durumu bizzat kendisimizin yaratmasıdır ki, Obama konusunda da bu mekanizma işliyor. Bir dostumun söylediği gibi, 'adından dolayı kaybediyor'. Bir başka dostuma göre 'yarı Müslüman bir aileden geldiği için'. En nihayet bir başkası da 'renginin' etkili olduğunu belirtince işin rengi anlaşıldı. Obama yarışın saygın, sevilen, takdir edilen ama siyasetin bütün o meziyetlere sahip politikacılarının başına geldiği gibi kaybeden mensubudur.
Bayan Cliton'dan Başkan Clinton'a Clinton'sa geçen haftalarda yaptığı ve sağlık sigortası sistemini konu alan çıkışıyla en yakın adayla arasına önemli bir mesafe yerleştirdi. Clinton o açıklamasıyla birlikte birkaç kuşu aynı taşla vurdu. Öncelikle artık bir başkan gibi hareket etmeye başladı ve programının ötesinde, iş başına geldiğinde ne yapacağını, nasıl davranacağını gösterdi. İkincisi, Amerika'nın en zayıf ve müşteki olduğu konuyla başladı. Gerçekten de 'imkanlar ve hayaller ülkesi' Amerika'da hala milyonlarca insanın sağlık sigortası yok. Bu, milyonlarca insanın göz göre göre ölüme terk edilmesi anlamına geliyor. Clinton o konuda, 'zenginden alıp fakire vereceğim' diyerek önemli bir güç kazandı. Üç, Clinton eşi başkan olduğu sırada da sağlık politikasının düzenlenmesinde kilit rolü oynamıştı. Böylece, 1990'lara bir atıfta bulunarak, hem Beyaz Saray ve süreklilik konusunda hem 'geçmiş güzel günler' konusunda kuvvetli bir hatırlatmada bulundu.
Cumhuriyetçiler Öte yandaki Cumhuriyetçiler arasında ise tam bir dağınıklık gözlemleniyor. İkinci Bush döneminin akıllara durgunluk veren kötü yönetimi, Irak felaketi derken, şimdi eski Merkez Bankası Başkanı Greenspan'in ekonomi konusundaki şom ağızlı açıklamaları bu yönetimin gidici olduğunu iyiden iyiye duyumsatmaya başlamış görünüyor.
Bu nedenle henüz somut bir adaylarının bulunmadığı bir ortamda eski New York Belediye Başkanı
Rudolph Giulliani akıllara durgunluk veren açıklamalar yaparak mevzi kazanmaya çalışıyor. Açıklamalarının garabeti, buna benzer panik durumlarında olduğu gibi, bu dönemin değerlerini ve ilkelerini sonuna kadar savunmak. O da bu yöntemi deneyerek en radikal bir yaklaşımla muhafazakarlığını koyulttukça koyultuyor. Irak savaşını, insanların kişisel silahlanma haklarını katı bir biçimde savunarak orta sınıf, milliyetçi, dar kafalı Amerika'ya hoş gelecek bir pozisyon sergiliyor.
Kimin kazanacağını şimdiden kestirmek zor olsa da Demokratların kazanacağını bugünkü koşullara bakarak söylemek mümkün. Bu ne ifade eder, buradan bizim payımıza ne düşer, sorularını perşembe günü yanıtlamaya çalışayım.
Yayın tarihi: 25 Eylül 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/25//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.