İstanbul'un dört bir yanında yeni alışveriş merkezleri açılıyor. Bunların hepsi bir hayli pahalı mal satan mağazaları kapsıyor. Buna rağmen geçenlerde yapılan bir açıklamada, çok önemli markalardan birisinin yetkilisi, "biz" dedi, "içinde McDonald's hamburgeri veya benzeri şeyler satılan yerlerde dükkan açmayız." Hazret, bununla kendilerinin belli toplum sınıflarıyla zinhar karışıp kaynaşmak istemediğini dile getiriyor. Anlaşılan 'lüks' mal satanlar kendilerini ötekilerden ayırdıkça ayıracak.
Kültür paranın harcı Bu iş hep böyledir. Hangi büyük kente giderseniz gidin, mahallelerin ayrıştığını, bazı semtlerin "dokunulmazlığını" adeta ilan edercesine ötekilerden farklı olduğunu görürsünüz.
Büyük Gatsby'deki kişinin dediği gibi, oralarda zenginler oturur. "Zenginler daha çok parası olanlardır."
Bana öyle geliyor ki, bu, biraz eskimiş bir tanım. Burjuvazinin tarihi tabii ki, daha çok para kazanmanın tarihidir. Ama aradan geçen zamanda burjuvalar, aristokratlardan daha iyi yaşamayı da öğrendi. Sonra bunu içselleştirdi ve bugün burjuva denildiği zaman belli bir düzeyin ötesinde kültür sahibi olan insan kastediliyor. Kültür, paranın önüne geçti. Ya da, tersinden söyleyeyim, para artık kültürü satın alabiliyorsa, insan kültür kazandırıyorsa anlamı olan bir şey.
Newsweek dergisi moda ve kültürel konular yazarı
Dana Thomas geçenlerde bir kitap yayınladı. Kitabın adı,
Lüks Cilasını Yitirdi, ilgimi çekince oturup okudum. Tam onu hatmetmiştim ki,
New York Times'ın eklerinin birinde, neredeyse bir akademik dikkatle yazılmış yazılar arasında, lüks konusuna değinen bir makale görünce onu da gözden geçirdim. Orada da, Thomas'ın söylediklerine yakın şeyler kaleme getirilmişti. Söylenen şu...
Cilasız lüks Thomas, lüks piyasasının bir yalan, hile, hatta sahtekarlık piyasası olduğunu belirtiyor. Nedeni, malların satış fiyatını hak etmeyen bir kalitede üretilmiş olması."Oysa eskiden böyle değildi" diyor. Eskiden, mesela 19. yüzyılda, 20. yüzyılın ilk yarısında daha pahalı bir şey almak, o parayı gerçekten hak eden, ona değecek derecede iyi, nitelikli, farklı, istisnai bir şey almaktı. Geçen yüzyılın son çeyreğinde bu değişti. Artık gerçek modacılar ve moda zanaatkarları değil, piyasaya işadamları hakim oldu. Fiyatlarda bir "lüks marjı" yaratıldı. Reklamlarla, logoları insanların beynine kazıyarak, şöhretlere o malları giydirerek, gümrüksüz mağazaları aracı olarak kullanmak suretiyle zamanının gerçek lüksünü global tüketicinin arzusunu tahrik ederek sattıkları sıradan mallara dönüştürdüler. Thomas'a göre bu işin sorumlusu da
Bernard Arnault isimli "işadamı." İşin daha da beteri yüksek kar marjı elde etmek için Arnault üretim maliyetini düşürmenin gerekli olduğunu satarak malların kalitesini açıktan açığa ucuzlattı. Bütün o kısalmış kollar, paçalar, dıştan görülen dikişler, elbise altına giyilen ucuz ayakkabılar, meşhur edilen astarsız ceketleri, insanlar moda sanırken, işin içinde, işçilikten, üretimden, malzemeden kısıtlama, hatta çalma var. Sonunda, satılan mal olmaktan çıktı, marka oldu!
New York Times'da buna da bir ad veriliyor:
lux popüli, yani,
halk lüksü. Tahrik ve tatmin İşin gerçeği, konuyu en iyi bilen kişilere göre bu. Bütün bunların altında da, o korkunç ve 20. yüzyılın son çeyreğinin en tehlikeli kavram çifti yatıyor:
arzu ve tahrik! Onu yönlendirmeyi, onunla oynamayı öğrendikten sonra gerisinin gelmesi çok kolay. İnsanlar, iradesi olmayan robotlar, otomatlar gibi verilen emirleri yerine getiriyor. Hatta kendi kendisinin tutsağı oluyor. Bunun sonucu da
alışkanlık denen psikolojik hastalık her an biraz daha büyüyor ve alışveriş saplantısı o hastalığın en önemli bölümlerinden biri haline geliyor. Ardından etek etek para dökülerek alınan uydurma mallar.
"Biz içinde hamburger satılan yerde dükkân açmayız" diyen herifi na şerif acep ne düşünür?
Yayın tarihi: 4 Eylül 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/04//haber,1FAB5D63B5D04BEDA3133CAD909804C9.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.