Bugün 1 Eylül. Bugün doğum günüm. Belki bu satırları yazarken içimde bir felaket duygusu yaşatmalıyım. Ama beni bile hayal kırıklığına uğratacak bir yoksunluk ve kuraklıkla bu duygudan uzak olduğumu görüyorum. Kendime bu soruları soruşumun nedeni bugün 50 yaşına girmem.
50 yaşında olmak Hayatımda bir gün 50 yaşımda olacağımı hiç düşünmemiştim. Daha ilkokuldayken, bir gün, çok sıkıcı bir dersin ortasında, şimdi de sıkıcı toplantılarda yaptığım gibi, beni neredeyse yoracak kadar yüklü belleğimin yardımıyla hayallere dalmış ve 2000 yılında kaç yaşımda olacağımı hesap etmiştim. Bir süre sonra da unutup gitmiştim.
Zaten hayatın bir anlamı da o: yaşadıklarımızı kendimizden kaçırmak ve unutmak. Bundan sonrasını unutmam ise artık çok zor. Eski deyimle, bir '
nıfsı nehar', yani yarım yüzyıl yaşadım. Genç, hatta çocuk
Marx'ın, babasına yazdığı mektupta söylediği gibi
insan belli bir dönemde geçmişin kapandığını ve önünde yeni bir dönemin açıldığını duyumsuyor . Bu dönem umutla, heyecanla, sevinçle yüklü olmasa bile, eğer insan '
zamanın çağırışını' katı bir kemik gibi hissediyorsa içinde bu dahi ona bir kıvanç verebilir, vermelidir. Mesela, bir elli yıl daha yaşamayacağınızı bilmek az ve yabana atılacak bir şey değildir. Ama önünüzdeki sürede ne yapmak istediğinizin farkında ve bilincinde olmak da size yaşadığınız zamanı boşa geçirmediğinizi anımsatır ve asıl bu öyle küçümsenecek bir erinç değildir.
İnsan olmak budur: insanın kendisini bir iç erinciyle kavraması! Yılların hesabı İnsan gençliğinde yeteri kadar hesap yapamıyor. Çünkü, geleceğin neler getireceğini, yetilerinin sınırlarını, duygularının ve hırslarının derinliğini bilemiyor. Benim yaşlarıma geldiğinde ise hesap yapmaktan kaçınıyor. Çünkü, bu defa da önündeki zamanın hesap yapmaya değecek bir süre olup olmadığını göremiyor. Giderek, kendi dışında kalan arayışlarından arınıp kendisine dönüyor.
Bilgeleşme biraz böyle bir şey: kendi içinde derinleşmeyen insanın bilgeliğinden nasıl söz açılabilir? Üstelik, zamanın sonsuzluğu içinde bir insan ömrü nedir ki? 80 yaşındaki
Melih Cevdet, 80'ine yaklaşmış
Attila İlhan insanda yaş duygusunun olmadığını söylemişti bana. İkisi de o yaşlarında bile gençtiler. Attila İlhan'ı, 1996'da anımsıyorum. İlk şiirinin 50. yılıydı. Divan pastanesinin camından dışarı bakmış, '
vay be' demişti, '
yarım asır!'
Dünyanın yarım asrı Dünyanın yarım asrı! Ben 20. yüzyılın ortasında doğdum, yarısını kat ettim. Geriye baktığımda o 20. yüzyılda, iki dünya savaşında 70 milyon insan öldüğünü görüyorum. Stalin terörü 30, Mao terörü 40 milyon insanın canını aldı. Irak savaşı başladığından bu yana sivil ölü sayısı 700.000'e dayandı. Ama o sürede insan Elsa Triolet'nin dediği gibi, kağnı arabasından uzay teknolojisine geçti. Gel de gönenme!
Gene de yaş duygusu varsa eğer biraz da yarattığı karamsarlıktan ötürüdür . Belleğimin en canlı imgelerinden olan
Attila İlhan, 50 yaşıyla ilgili değil de 40 yaşıyla ilgili bir şey söylemişti, 40 yaşıma girdiğimi belirttiğimde. '
Ben' demişti, '
o yaşlarda biraz kötümser olmuştum'. Şimdi ben kendimi yokluyorum ve başta söylediğim gibi biraz da kendimi şaşırtacak bir biçimde onun şair muhayyilesinin, duygu ve sezgilerinin yarattığı kötümserlikten kendimde bir pay bulmamaktan ötürü ne yapacağımı şaşırıyorum. Tersine, hayat bana şimdi daha anlamlı geliyor. Beni hayatın her türlü yıkıcı etkisinden koruduğuna inandığım, içimdeki delice çalışma hırsım ve tutkum daha da büyüyor. Bu iyimserliğimin nedenini düşünürken ansızın başımı kaldırıp camdan dışarı bakıyor, ufukların buğulandığını, ışığın kırıldığını görüp, bugün eylülün başladığını anımsıyorum. Evet, coşkumun nedeni o: Eylül!
Bugün eylül başlıyor. Bu hayata büyük bir armağanla başladığım ve her yıl o armağanın bana yeniden verildiği anlamına geliyor! Yetmez mi?
Yayın tarihi: 1 Eylül 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/01//haber,1E4EA3D8DA264B6D8522723EBF561C36.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.