Dün Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün Çankaya'daki ilk resepsiyonu hıncahınç kalabalıkmış.
"Mış" diyorum çünkü Çankaya'nın
"halka açıldığı" mesajını vermek isteyen yeni ev sahipleri, resepsiyonları sıraya dizdi. Biz gazeteciler, sivil toplum örgütleri ve işadamlarıyla birlikte cuma günü davetliyiz. Önümüzdeki haftalarda İstanbul'daki Huber Köşkü'nde
Orhan Pamuk, Sezen Aksu, Sertab Erener gibi yazar ve sanatçıların olduğu daha renkli davetler var.
Dün ise, yeni Cumhurbaşkanı'nın
"gri Ankara" için kabul günüydü. Bu yüzden büyükelçiler, diplomatlar, milletvekilleri ve üst düzey bürokratlar, Çankaya Köşkü'nün o bir türlü
kliması çalışmayan ön salonuna doluşup, tünelin ucundaki ufak bir delikten geçer gibi ufacık bir kapıdan geçerek
Gül'ün elini sıktılar. Gri ve kadınsız Ankara davetinde, Cumhurbaşkanı yanında eşi
Hayrünnisa Hanım olmadan ev sahipliği yaptı.
Bu durumun Cumhuriyet'in kazanımlarından biri olduğunu düşünenler yanılıyor. First Lady'nin kamusal alandan dışlanması, cumhuriyet kazanımı değil Ankara'nın kendine has
garipliklerinden biri. Feministler bu duruma ne diyor, merak ediyorum. Ancak yarın gazeteci ve sivil toplum örgütlerinin davetli olduğu resepsiyonda ilk işim,
Uçan Süpürge, KADER ve KAGİDER gibi kadın kuruluşlarına sormak olacak:
"First Lady'nin Çankaya'dan yasaklı konumuna sokulması Cumhuriyet kadınını nasıl yüceltiyor?" Tabii Çankaya resepsiyonları ve devletin zirvesindeki tek anlaşılmaz durum Hayrünnisa Gül'ün başörtüsü nedeniyle
kamusal alandan silinmesi değil. Devletin zirvesindeki resepsiyona
gitme-
gitmeme olayı da anlaşılması güç bir
sembolizm taşıyor.
Genelkurmay Başkanı Org.
Yaşar Büyükanıt ve kuvvet komutanları, Cumhurbaşkanı'nın ilk Meclis konuşmasına katılmadıkları gibi, Çankaya resepsiyonlarına da gitmiyorlar. Dün de Çankaya değil Kayseri'deydiler. Ancak bu
"kontrollü gerilim" stratejisi, her şeyden önce Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyaset arenasındaki caydırıcılığını ve varlığını zedeliyor. Serinkanlı bir analiz, bu protest tavrın en fazla AK Parti'ye yaradığını ortaya koyuyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin en tepe noktalarına böyle bir tablo hoş mu? Kamuoyu bunu nasıl karşılar?
Kamuoyu nezdinde komuta kademesinin resepsiyonlara ve resmi davetlere katılmama tavrının büyük destek gördüğünü söylemek zor. Tam tersine bu tutum TSK'nın
1 Mart Tezkeresi öncesindeki görüntüsünü andırıyor.
Bu satırların yazarı, Türkiye'nin 1 Mart'ta
"Hayır" oyu kullanarak kendi uzun dönem stratejik çıkarlarına ciddi anlamda zarar verdiğine inanan biridir. Sonradan anladım ki, TSK komuta kademesinde de benzer düşünce hakimmiş. Ancak asker tezkere öncesi konuşmayıp olay olup bittikten sonra
"Biz aslında böyle istedik" diyerek, büyük bir fırsatı kaçırmış, aynı zamanda bu tarz bir konuda
"belirleyici güç" olma özelliğini kaybetmiştir.
Abdullah Gül artık Türkiye Cumhuriyeti'nin
seçilmiş, onaylanmış, kabul görmüş 11'inci cumhurbaşkanıdır. Eğer Gül'ün bu makamda oturmasını engelleyen ve bizlerin bilmediği çok vahim bir özelliği varsa, bunu söylemek yalnız TSK değil bu devlete sahip çıkan herkesin görevidir.
Ancak böyle bir durum söz konusu olmadığına ve komuta kademesi 22 Temmuz seçimleri ve Çankaya sürecinde tamamen sessiz kaldığına göre, artık Gül'ün cumhurbaşkanlığını kamuoyu önünde de
kabullenmek durumundadır. Mevcut gerilim, devleti yıpratıcı hale gelmiştir.
Yayın tarihi: 6 Eylül 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/06//haber,3FBB48D0268F47A3B4D6830CAFA1A1A9.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.