Zaman ve mekân kavramlarıyla ancak bir anlam kazanan var oluşumuzu düşünürken 'falanca tarihte', 'falanca yerde' yaşayan kişiler olarak tanımlandığımızı fark etmişsinizdir. Bir de görecelik (relativite) kavramı var. Ben "Zaman, mekân ve görecelik konusunda bir bağlantı bulup, yazmaya hevesleniyorum," deyince, eski büyükelçi, çok kıymetli Profesör Orhan Güvenen, "Hayata bakarsan, aslında her şey ölüm olgusu ve sevda üzerine kurgulanmış," deyiverdi. İnsanlar, ölümü çözemedikleri için hep dine ihtiyaç duydular. Ölüm sonrası için bile cevapları olan, neyin iyi, neyin kötü olduğunu kesin söyleyen, çaresizlikler karşısında rahatlatan tek olgu din. Kitleler, dinlerini o kadar beğendi ki "Benim dinim, seninkinden üstün," diye asırlar boyu birbirlerini boğazladılar ve hâlâ da savaşıyorlar. Mabetler yaptılar, mümkünse en büyük, en yüksek... İnsanların inancı, ürettikleri her şeyi etkiledi; eğitimlerini, politikalarını, sosyal hayatlarını da yazılarını, şiirlerini, şarkılarını, estetik anlayışlarını da uzun müddet dinle yoğunlaştırdılar. Eserler bıraktılar, ya din, ölüm kaygısı ya da sevdayla ilgili... Sevda derken aşk da var, güzel olan her şeye karşı tutku da... Hakikaten şöyle dönüp insanlardan kalan anıtlara, şiirlere, şarkılara, destanlara, edebiyata, resme bakarsak, her şey tutkunun transferiyle ya sevdayla ya da yaşamda "Nereden geldik, nereye gidiyoruz?"u arayan insanın ölüm ve sonrası kaygılarına çıkmıyor mu?
VE GÖRECELİK... Paris'te Versailles Sarayı'nın yöneticisinin evinde, bir yayınevi sahibi hanım, şu fıkrayı anlatmıştı: "Geçmişte beş önemli Yahudi vardır. İlk önce Hazreti Musa 'Her şey tanrıdır,' dedi. Sonra Hz. İsa 'Her şey sevgidir,' dedi. Arkasından Freud 'Her şey sekstir,' derken, Karl Marx 'Her şey paradır,' iddiasında bulundu. Ama Einstein ortaya çıkıp 'Her şey görecelidir,' deyiverdi." Aslında mekânlar metrekare olarak, zaman da saniyeleriyle, dakikalarıyla ölçülebilir olguların içinde... Ama ben, saraylarda oturup kendini nefes alamayacak kadar sıkıştırılmış hisseden veya dakikaları bir asır gibi tarif eden insanları hatırlatmak istedim. Bazılarına da halkımızın diliyle "Samanlık seyran olur..." Eurovision'u kazanamayan o güzel şarkıdaki gibi
Seninle bir dakika'yı bir ömür boyu sevdaya dönüştürebilirsiniz. Ama bilin ki "Hasret tükenmez gibi... Kavuşmak bir dakika..." sürecektir. Olsun, ot gibi yaşayacağına, insanın bir dakikasını olsun hayal ettiği, bir ömür süren bir sevdası olmalı...
ALZHEIMER KORKUMUZ Prof. Orhan Güvenen'in eşi, geçen gün telefonda "Gideceğimiz lokantanın telefonunu İnci senin telefonuna kaydetmiş, onu verir misin?" dedi. Ben "Bir dakika telefonu bulup bakayım, sana telefon ederim," deyince, gülmeye başladı. Gelini telefon etmiş geçenlerde, o da ona "Bir dakika Fatoş, arabayla kardeşimi bıraktım, şimdi de eve döndüm. Hiçbir yere uğramadım, ama arabanın içinde telefonumu bulamıyorum," demiş. Fatoş gülmeye başlamış "Ablacığım telefon kulağında, konuşuyoruz ya!" demiş.
Yayın tarihi: 25 Ağustos 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/25/ct/akin.html
Tüm hakları saklıdır.