Ratatouille, Fransızca'da ratatuy' okunuyor ve bir tür Fransız usulü yahni anlamına geliyor. Bu tipik Fransız yemeği, iyi olduğu zaman gerçekten çok iyidir, bizim leziz türlüleri aratmaz. Bu film de öyle: Bize, hem de bu kadar çok örneğinin yapıldığı bir dönemde, canlandırma sinemasının nasıl hâlâ mucizeler yaratabileceğini gösteriyor. Bir farenin öyküsü bu... Ama bildiğiniz farelerden değil: Ağzının tadına düşkün, müthiş bir lezzet ayrımcısı olan ve her önüne geleni yemeyen bir fare... Remy aynı zamanda insanları iyi gözlemleyerek, türdaşları gibi onlardan nefret etmiyor. Onlardaki yaratıcı gücü beğenip, bunu kendisi de tüm fareler adına uygulamak istiyor!... İdolü ise bir TV programında gördüğü büyük aşçı Auguste Gusteau. Kader onu Gusteau'nun lokantasının dehlizlerine atıyor ve Remy, ordaki harikaları görüyor. Ama o aralar Gusteau, amansız yemek eleştirmeni Anton Ego'nun, ünlü lokantasını 'bir yıldız düşürmesini' hazmedememiş ve ölmüştür!... Yine kader, daha doğrusu filmi hayal edenler, onu Gusteau'nun lokantasını kurtarma misyonuna çağırıyor. Gusteau'nun mirasına konmayı amaçlayan hain şef Skinner/Sıska, yeni alınan bir genç oğlana elinden gelebildiği kadar kötü muamele ededursun, bu çocuğun ölen ustanın tek oğlu olduğu anlaşılıyor. Remy de tüm bilgisini oğlanın emrine veriyor. Ve böylece, ünlü lokanta bir farenin, giderek bir fare ordusunun katkısıyla yeniden eski saygınlığına kavuşuyor. Aslında fare denen ve özellikle hanımların nefret ettiği, ama aslında günahsız hayvancağız zaten
Miki Fare ve
Tom ve Jerry kartonlarından beri sinemaseverlerin gözünde temize çıkmıştı!... Bu kez, mesleğin yeni ustalarından Brad Bird'ün iyi bir şef gibi yönettiği bir çizer takımının elinden çıkma grafik, tek sözcükle harika. Paris kenti hem gece görünümleri, hem de yeraltında süregelen yoğun koşuşturmacasıyla perdede canlanıyor. Tipler karaktere dönüşüyor, birçok sahne çizimdeki ustalık ve renklerdeki uyumla bir tabloya benziyor. Film, aslında yemek sanatıyla, en iğrendiğimiz ve bir mutfağa en son yakıştırdığımız hayvan olan farelerin sentezi gibi zor bir işe soyunuyor. Ama bu işin hakkından geliyor. Ayrıca, gerçek yemek sanatıyla işi 'mikrodalgada ısıtılabilir hazır yemek'e dönüştüren çağdaş fast-food arasındaki ince ayrım da bir kez daha işleniyor. Ve de, ah o lokanta eleştirmenleri!... Filmin en ilginç kişilerinden biri olan, egosu gerçekten çok gelişmiş mutfak eleştirmeni Anton Ego'nun bilmiyorum, biz sinema eleştirmenleri arasında bir benzeri var mı? Umarım ki yoktur!.. Ama elbette, gerçek sanat en taş kalpli eleştirmeni bile yumuşatır. Anton Ego'nun finalde beliren akibeti de bu gerçeği alaylı biçimde vurguluyor. Ve filmin sonunda sanki herkesin, hepimizin içinden 'yaşasın gerçek yemek sanatı, yaşasın fareler!" diye bağırmak geliyor. Bu da az şey mi?
Bugünkü Tüm Yazıları
Lüks bir lokantaya 'FARE' eli değince...
Yayın tarihi: 25 Ağustos 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/25/ct/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.