İstanbul'un iki yakası arasında mekik dokuyan vapurlara asılı cansimitleri, istenilmeyen bir kaza anında kurtarıcıdır. Kentin meydanlarında, iskele önlerinde görülen simitçiler ise dar gelirlilerin kurtarıcısı... Ama cebinde para olsa da bir simiti ısırmanın zevkini tatmak isteyenler de yok değildir. Eskiden, bir İstanbul kahvehanesine simitçi girince şamata da başlar, iddiacıların bir araya gelmesiyle de simit yeme bahsi başlardı. Tıkanıp pes eden tüm simitlerin parasını ödemekten kaçamazdı. Günümüzde ise koşuşturan insanların ellerinde görürüz simiti. Alelacele yürürken yoldan alınan bir simit en iyi mide oyalayıcısıdır. Vapurda çay içerek simit yemek ise başlı başına bir şölendir. Hele bir de martılar katılırsa ziyafete!
SEPETTEN CAM ARABAYA İstanbul'un en meşhur simit fırınları, Anadolu yakasında bulunan Beylerbeyi ve Hasanpaşa'daydı. Simit yalnızca tablada değil, sepette ve değneğe takılarak da satılırdı. Günümüzde ise yerleri sabit olan cam arabacıklarında boy göstermektedir. Kuzguncuk'taki Simitçi Salih ve Fatih'teki Simitçi Şakir sokaklarından başka, Yeniköy'deki bir tabelada da şu yazılıdır: Simitçi Salih Sokağı. Evet, İstanbul'da simitçilerin adları sokaklara verilirmiş bir zamanlar! Günümüzde geçimini yollarda simit satarak sağlayan birinin adının, herhangi bir sokağa verilebileceğini düşünebilir misiniz? Ah, sokak adlarında simitçilere rastladığımız insan sıcağı İstanbul! Ah, kokusuyla insanları, başına martılar gibi üşüştüren güzel simit! Gel de şair Orhon Murat Arıburnu'nun şiirindeki şu dileğe katılma:
Ne gam kalırdı
Ne kasavet
Bir de simit ağacı olaydı
Bizim sayılırdı saadet
Yüz yıl öncesinin İstanbul resimlerine baktığımızda, sokak satıcıları arasında simitçileri de görürüz. Hatta, ressamlarımızın tablolarına en çok konuk olan sokak satıcısının simitçi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eski İstanbul'un sokaklarını, meydanlarını, cami önlerini konu alan resimleri taradım yıllarca... Hâlâ da bu tür tablolarda gözüm hep çocukları arar. Elinde oyuncak tutan bir çocuk figürü bulduğumu sandığımda da yanıldığımı anladım! Birkaç resimde, çocuğun elindekini çember sansam da, simit taşıdığını sonradan öğrendim. "Çember büyüklüğünde simit olur mu?" demeyin, simit bir zamanlar fiyatına göre beşlik, 10'luk ve 20'lik olmak üzere üç boydu. Beni yanıltan 20'lik simitti elbette... Simidin, geçim derdindekilerin yiyeceği olduğu Arif Dino'nun
Beddua adlı iki dizelik şiirinde karşımıza çıkar. Ressam Abidin Dino'nun kardeşi olan Arif Dino'ya kulak veriyoruz:
Döner kebap dönmez olsun Yaşasın beşlik simit Orhan Selim adlı bir gazeteci de 25 Temmuz 1936 tarihli köşe yazısında, şu tespiti yapmıştır: "Simit ve galeta satışının artması, işsizliğin çoğaldığını, kazancın azaldığını gösterir. Simit ve galeta, bir yerde ölü olduğunu haber veren kuşlar gibidir ve her simitçinin sesi bana kuşların çığlıklarını hatırlatır." Hemen söyleyelim; Orhan Selim diye biri yoktur aslında... Bu takma adı kullanan Nâzım Hikmet'ten başkası değildir. Öğrenci hareketinin yoğun olduğu 1970'li yıllarda, okul önlerindeki simitçiler arasında MİT'çiler de yok değildi hani! Günümüzde simit sarayları kurulmuş olsa da simidin sokaktaki saltanatı yıkılamamıştır. 'Saray' adı altındaki çok katlı simitçilerde, simitin sokaktaki ya da vapurdaki tadını bulamamış olsam da kendilerini Amerikan tarzı 'fast food' kültürünü düelloya davet etmek cesaretinden dolayı kutluyorum!
Yayın tarihi: 4 Ağustos 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/04/ct/haber,3F977DE7CD7944778E4E83BCD873B3FE.html
Tüm hakları saklıdır.