Hafta içinde iki şok yaşadım. Hem de üst üste. Birincisi... Benim için "Sarı gelin..." olan arabamı, Halikarnas İskelesi'nde, vapurdan indirince içim cız etti: Şaşkın Ördek'in sağı solu hep çizikti! Şikâyet mi? Aman, yapma. Suçlu sen olursun. Bir de derler ki; "Sarhoş kullandığın arabayı, sağa sola vuruyorsun, haberin bile yok." İstanbul- Bodrum Feribotu kaptanına rica: Arabaları park eden valeleri lütfen uyarın. İkincisi... Köpeğim Kaptan Kristof Kolomb'u karşılamaya gittim. Bir de ne göreyim: Karım Sevinç, bir köşede gözyaşları içinde ağlıyor. "Ne oldu?" diyorum, anlatamıyor. Sadece ağlıyor. Olay şu: Yer hizmetlisi bavulları attığı gibi Kaptan'ı da uçaktan arabaya atmış. Bizim Kaptan'ın korkması ile havada yön değiştiren kafes, o kadar yüksekten yere çakılmış. Kapağı kırılıp açılınca, Kaptan da havaalanının pistinde düşe kalka koşmaya başlamış. Bu sahneyi, otobüsten gören Sevinç de çılgına dönmüş. THY'nin Bodrum'daki bir yetkilisi nazik biçimde sorunu çözdü. Dahası Kaptan'da hiç kırık ve çıkık olmamasına da çok sevindik. Ama... O görevliyi asla affetmem. "Ne olmuş canım, bir it yere düştüyse," diyen birine şunu demeli: "O da canlı. Ama derdini anlatacak dili yok. Zaten konuşsa, söyleyeceği tek laf olurdu: 'Dikkat etsene be hayvan adam!' " Unutmadan başa döneyim. Kaptan'a bilet almak için önce Onur Air'e gittim. Yetkili "Biz köpek almayız," dedi. Ben de kızdım, "O köpek değil. Onun adı Kaptan! Sonra Atlas'a gittim. "Biz altı kiloya kadar olan hayvanları alırız," dediler. Son olarak THY'ye başvurdum. Onlar da "Yolcu biner, ama kargoda yer kalırsa köpeğiniz uçar," demez mi? Dahası kafes konusunda bir dolu talimat yağdırdılar. Her neyse efendim, sorun çözüldü. Bizim Kaptan'a ilk kez insan muamelesi yapıldı ve biletli olarak uçuverdi. (Bu sorunu da THY Basın Danışmanı dostum Ali Genç çözdü. Teşekkürler!) Bodrum Marina'ya kapağı attık. Ama hiç susmak bilmeyen bir caz orkestrası var ki... Dört bayan şarkı söylemiyor, çığlık atıyor. Bu işkenceye gönüllü olarak katlanan (Çünkü teknesi sahnenin kenarında bağlı) Neco, gülmeye başladı. Daha fazla dayanamadım, halatları çözdüm ve gece yarısı "Vira bismillah!" dedim. Doğru İngiliz Limanı... Deniz çarşaf gibi sakin... Meleğim'de çarkçı başı görevi yapan ve İngiliz anahtarıyla her gevşeyen vidayı sıkan ağabeyim Ziya bağırdı: "Dikkaaaaat!... Motor yat geliyor!" Sevinç, "Yoksa batıyor muyuz?" diye bir çığlık attı. Hasar raporu veriyorum: Yemek yenilecek bir tabak, su içilecek son bardaklar da tuzlu buz olmuştu! Şoku atlattıktan sonra ilk emrini verdi: "Herkes olduğu yerde kalsın, kımıldamasın." Kırılan çam ve porselen temizlenirken Alman vatandaşı olan ve ailemizin Hans'ı Ziya ağabeyim, ilk resmi açıklamayı yaptı: Almanya'da olsaydınız, inanılmaz tazminat alırdınız. Ben siz Türkler'i anlamıyorum!" Bizi bu hale bırakıp giden motor yatın bandırasındaki bayrak: Alman! Fakirlerin teknesini batıran zenginlerin bu motor yatları için söyleyeceğim şudur: "Parayı sokakta bulmuş, görgüsüzlerin gösteri aracı... Konuya biraz ciddiyet getireyim. Bu Alman, İngiliz, Fransız... Her neyse 72 milletin bayrağını taşıyan teknelerin sahiplerinin hepsi Türk. Vergi vermemek için bir başka ülkede, 100 dolara, üstelik hiç yorulmadan internet'ten bir şirket kuruyorlar. Oldu mu sana yabancı bandıra... Türk hükümeti de vergi yerine, avucunu yalıyor. (Sayın Bakan Unakıtan, hani senin pratik zekân nerede? Rahmi Koç'un teknesinde bile yabancı bandıra var. Ama olmuyor yani!)
Yayın tarihi: 29 Temmuz 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/29/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.