kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 23 Temmuz 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

Polisiye roman okumanın tam sırası

Bir seçimi daha devirdik. Politikadan bunaldıysanız kitaplara sığınabilirsiniz. Polisiye romanlar sizi biraz "kendinize getirebilir" .
Polisiye roman deyince aklıma gelen ilk ad Sherlock Holmes oluyor. Daha doğrusu, Şerlok Holmes. 1950'lerin başında, serüvenleri haftalık fasiküller biçiminde yayımlanırdı. Sonra Nat Pinkerton fasikülleri çıkmaya başladı. İkisini de kaçırmazdım. İlki Avrupalıydı, ikincisi ABD'li.
İlki kafasına, ikincisi silahına güveniyordu. İlki Hercule Poirot'ya, ikincisi Mike Hammer'a babalık etti.
Ayrıcalıkları bir yana bırakırsak, Avrupa'da yazılmış polisiye romanların kahramanları genellikle Sherlock Holmes'un yöntemini izledi; ABD'li dedektifler ise sorunları tabanca ya da yumrukla çözdü.
Polisiye roman her zaman ilgi toplamıştır. Bir yerde okurun kendini sınamasını, katili doğru tahmin edince ya da en azından ipuçlarını doğru değerlendirince büyük bir haz duymasını sağlayan araçlardır bunlar. Çoğu okur bir polisiye romanı "Bakalım katili doğru tahmin edebilecek miyim" güdüsüyle eline alır. Bu yüzden, "Katil kim?" sorusunu içeren romanlarda yazarın ilk sorumluluğu, okuru yanlış yönlendirmemektir. "Altın kural" dır bu.

Agatha Christie, okuru yanlış yönlendirmeyen bir yazardır. Ama bazı önemli bilgileri kendine saklar. Romanlarının sonunda, Hercule Poirot katilin kim olduğunu açıklamadan önce uzun bir konuşma yapar; o konuşmada vaktiyle kimin kimle evlenmiş, kimin cezaevinde yatmış, kimin yeğeninin Afrika'dan yeni dönmüş olduğunu öğreniriz. Bu ayrıntılar katilin kimliğinin belirlenmesinde önemlidir; okur yanlış yönlendirilmemiştir, ama bazı bilgiler ondan saklanmıştır.
Christie'den okuduğum ilk roman Roger Ackroyd Cinayeti ya da o zamanki Türkçe adıyla Akroyd'un Katli'ydi. Sanırım Akba Yayınları'ndan çıkmıştı. Bu kitap beni bir süre Christie (hayranı değil) tiryakisi etmeye yetti. Poirot'nun serüvenlerini okudukça, öykülerin kuruluş mekanizmasını kavramaya, katili tahmin etmeye başladım. Hem haz, hem bıkkınlık duyar oldum. Zamanla Christie benim için ilginçliğini yitirdi.
Bir yazarı kısaca anmak istiyorum burada. Raymond Chandler . Romanlarının neredeyse tümü 1940'larda sinemaya aktarıldı. Keyifle, hiç sıkılmadan, tıkır tıkır okunacak bir yazar. Bu türün meraklılarına söyleyeyim: Chandler'ın romanları, Ahmet Ümit'in denetiminde dilimizde yeniden yayımlanmaya başlandı.
Polisiye roman yazarı olarak nitelemek pek içimden gelmiyor (bence düpedüz edebiyatçı), ama Georges Simenon, belki de yarattığı Maigret karakterinden ötürü, bu çerçeve içinde değerlendirilir genellikle. Şu sıralar kitapçılarda Simenon'un 3 kitabını birden bulabilirsiniz: Kaçak (Çev.: Tahsin Yücel ), Kanaldaki Ev (Çev.: Oktay Rifat ), Katil (Çev.: Tahsin Yücel ).
Simenon, üretkenliğiyle de ünlü bir yazar. Yılda yaklaşık 20 roman yazmış. 400'ün üstünde roman yayımlamış. Belki 1012'sini okudum ben. Hiçbirini belirli bir düzeyin altında bulmadım. Hepsini sevdim. Tahsin Yücel'in yargısına katılıyorum: "Simenon'un uzun çözümlemelere, uzun ve dolambaçlı tümcelere gereksinimi yoktur; tam tersine, okuru sıkmaktan korkarmış ya da acelesi varmış gibi, kısa tümcelerle, bir çırpıda söyleyiverir söyleyeceğini. Ama, neredeyse her tümcesi, küçük olduğu kadar da çarpıcı bir ayrıntıyla karşı karşıya getirir bizi. Ayrıntılar birbirine eklendikçe de iklim belirginleşir, kişiler somutlaşır, ortamları bizim ortamımız, bunalımları bizim bunalımlarımız olur."
Yücel'in bir saptaması daha var: Simenon'un yapıtlarında "bildiğimiz polis romanlarının fazlasıyla yüzeysel ruhbilimi de yerini derin ve özgün bir ruhbilime bırakmıştır." Bu niteliklerinden ötürü, Simenon "katil kim?" meraklandırmasının arkasına sığınmaz. Okuru bağlayan, bu sorunun yanıtını aramak değildir, yazarın edebiyatçı kişiliğidir.
Üç kitabı da öğütlerim. Hele modaya uyup da tatilde kolay okunacak romanlar arıyorsanız, 12'den vurursunuz.
Samih Rifat, Kanaldaki Ev için yazdığı giriş yazısında, Simenon çevirilerinin altında hep usta yazarların imzası olduğunu söylüyor. Nurullah Ataç'ın, Oktay Rifat'ın, Bilge Karasu'nun, Tahsin Yücel'in adlarını veriyor. Unuttuğu bir ustayı hatırlatayım: Sait Faik. Yaşamı boyunca bir tek çeviriye imza atmıştı. O da Simenon'un Yaşamak Hırsı'ydı.