"Ayvalık'tan, Cunda'dan"
Ahmet Yorulmaz, gereğince değerlendiremediğimiz yazarlarımızdan biri.
Savaşın Çocukları ve
Kuşaklar romanları inceliklerle örülü, gerçek insan sevgisini haykırışlarla değil, fısıltılarla yansıtan yapıtlardı.
Yeni bir kitabı yayımlandı bu hafta:
Ayvalık'tan Cunda'dan (Remzi Kitabevi). Fotoğraflarla, belgelerle süslenmiş, okumaktan, okuduktan sonra da zaman zaman karıştırmaktan keyif duyacağınız bir kitap.
Ahmet Yorulmaz'ı okuyunca göçlerle, yeni buluşmalarla oluşan bu kentin çizgilerini, hüzünlerini ve elbette
Komünist Ahmet Usta'dan
Deveci İbrahim'e kadar renklerini tanıyacaksınız, Taşkahve'de oturup bir çay içmek isteyeceksiniz.
"İnsanlar ikiye ayrılabilir," diyor yazar.
"Ayvalık'ı görüp ona bağlananlar, ondan vazgeçemeyenler... Bir de henüz Ayvalık'ı görmemiş olan ama yolu bir gün mutlaka Ayvalık'a düşecek olanlar..." Geçen yıla kadar yolum düşmemişti Ayvalık'a. Bir kere düştü ya, yeter. Eşim de, ben de tiryakisi olduk. Özellikle Cunda'nın.
Pazarında rastladığımız
Ali (Poyrazoğlu),
"Aman," diyordu,
"fazla reklamını yapmayalım; yoksa burası da Bodrum'a döner." Ben öyle düşünmüyorum pek. Bodrum'a gidenler, Bodrum'u İstanbul ya da kimliği belirsiz bir yer yaptılar; Ayvalık'a gidenler ise Ayvalıklı olacaklar.
"Narin Zehir" Bu da yeni bir kitap.
Fergun Özelli'nin şiirlerini içeriyor. İle Şiir Dizisi arasında yer almış.
Fergun çok sevdiğim şairlerden biri. Bana kalırsa, Necatigil şiirinin günümüzdeki uzantısı. O da fısıltılarla konuşan bir yazar.
Bugüne kadar yabancısı kalmış olanlara duyurmak istiyorum. Şu dizeleri sevmez misiniz:
" tanrım! Pembecik göktaşısın / gözlerimi okşuyor ince toprağın / kaz dilinle, kaz; utanma; dinsin sızın / ateşi duy; nemi duy; yumuşaklığı sarın / ah! Keşke ressam olsaydım / sığmazdı kağıtlara bacakların / sokul mağarama, sokul! / omuzların yalnız kalmasın" "Magma ve Kör Saat" Özdemir İnce'nin de bu hafta yayımlanan
Magma ve Kör Saat (Kırmızı Yayınları) kitabı yine geçmişe götürdü beni.
Özdemir'le 50'lerin ikinci yarısında tanışmıştım.
Nihat Ziyalan tanıştırmıştı bizi. Serde Güneydoğululuk var ya, senli benli kırk yıllık dost oluvermiştik birdenbire.
İkimiz de (Nihat'la birlikte üçümüz de) şiir serüveninin başındaydık daha. Önümüzde sonu görünmeyen, kısa mı, uzun mu, onu bile bilmediğimiz bir yol uzanıyordu. Çiçeği burnunda şairlerdik. Bu yüzden aydınlık görüyorduk yolu. Her yazdığımızın bir başyapıt olduğunu düşünüyorduk. Ne çileli bir yolculuğa başladığımızın farkında değildik. Azıklarımız da asalarımız da sözcüklerdi.
Şiire bizimle birlikte başlayan çok kişi yolun başında yoruldu. Çekildi. Yolculuğu sürdürenler inanılmaz ovalardan, ormanlardan, akarsulardan, sarp dağlardan, karanlıklardan, kalabalık kentlerden geçtiler. Kimi tüketti azığını. Kimi ayla, güneşle, yıldızlarla, fırtınayla, bulutlarla, yağmurla, inlerinden kopup gelen canavarlarla boğuşmaktan bitkin düştü.
Özdemir kırk yılı aşkın süredir serüvenini yaşıyor. O da çılgının teki. Nereye uzandığını bilmediği yolun gizlerini çözmeye çalışıyor hala.
"Alırsa Babam Bana Piştov" la,
"Operet Mareşali" yle,
"Pofuduk Pumpkin "le şen şakrak yola çıkmış. Yol arkadaşlarıyla bir ağızdan aynı türküleri söylemiş. Sonra kendi patikasına sapmış. Yalnızlığına sesini yoldaş etmiş.
Yalınlaşmış, durulmuş.
Bir şiirinde söylediği gibi
"her şey şiiri başlatabilir" ... Özdemir yolun o noktasına varmış bir kere.
"İflah olmaz" lar arasında yerini almış. Bir şair için ne dilenebilir ki... Çilesi verimli olsun.
Tren bozulunca... Tren bozulmuş. Şef kondoktör,
"İnip bir el verin," demiş yolculara.
"Lokomotifi çalıştırmamız gerek. Hep birlikte treni iteceğiz." Yolcular inmiş. Başlamışlar treni itmeye. Şef kondoktör bir de bakmış ki, kondoktörlerden biri, almış bir yolcuyu ayağının altına, sille tokat dövüyor. Hemen koşmuş.
"Ne yapıyorsun?" diye gürlemiş.
"Adamcağız hem treni itiyor, hem de senden dayak yiyor." "Olur mu, şef!" demiş kondoktör.
"Baksana! Herifin bileti üçüncü mevki, yataklıyı itiyor!" Yazarlık biletinizi üçüncü sınıfa kesmişlerse, siz siz olun, sakın yataklıyı itmeye kalkışmayın. Edebiyat dünyasının kondoktörleri tren görevlilerine benzemez, bir dayakla da kurtulamazsınız sonra.
Yayın tarihi: 18 Haziran 2007, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/18//haber,0F57330C8D9A408AA0627B07B31C35BB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.