kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Mayıs 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

Sunay... Edebiyatın hınzır çocuğu

Manisa'daydık. 1957. Okulda hazırladığımız bir oyunu Ege turnesine çıkarmıştık. Genco (Erkal), Çiğdem (Selışık), Anıl (Meriçelli), Berent (Enç) ve başka arkadaşlar... İzmir'den önceki son durağımızdı Manisa. İki gece oynayacaktık. İlk temsilin ertesi günü akşama kadar boştuk. Sabahleyin Manisalı bir arkadaşla kent sokaklarında dolaştık biraz. Sonra kimbilir hangimiz yanıbaşımızda yükselen dağın tepesini gösterdi: "Hadi, çıkalım." Hemen karşı koydum. "Yahu, zaten yorgunluktan ölüyoruz..." Dinleyen kim! Bizimkilerin hepsi profesyonel dağcı sanki. Yıllarca düz ovalarda sürgünlükten sonra kendilerini Alp Dağları'nın eteklerinde buluvermişler. "Çıkalım! Çıkalım!" 900 metre tırmanılır mı? "Çıkabildiğimiz kadar çıkarız..."
Kaşar, ekmek, domates alındı. Niyet kötü. Akşamı dağ başlarında edeceğiz anlaşılan. Elden ne gelir! Kuyruğa takıldım. Başladık tırmanmaya.
100. metrede oflayıp poflamalar başladı. 200. metrede tıkanmalar. 300. metrede teslim bayrağını çektik. Açtık çıkınları. Bir yandan yiyoruz, bir yandan da Manisa'yı kuşbakışı seyredip "Şu manzaraya bak! Ne güzel! Ne güzel!" diye birbirimizi teselli ediyoruz.
Derken tepemizde bir top patladı. Ayağa fırladık. Hazır fırlamışken de doğru aşağıya... Hem koşarcasına iniyoruz, hem de Manisalı arkadaşı dinliyoruz. "Manisa Tarzanı... Dağda yaşar. Her gün bu saatte de top patlatır..."
Dağın eteğine bir indik ki, Manisa Tarzanı önümüzde! Gel de içerleme. Yahu, tepelerde o topu ne zaman attın, bizden önce nasıl indin. Kuş olup kanat mı taktın?
Benim bildiğim Tarzan'a benzemiyordu. Johnny Weismuller'i andıran bir yanı yoktu. Çıplaklığından başka. Zaten çıplaklığının bir kısmını da sakalı örtüyordu.
O gün daha yakından tanıyacaktık Ahmet Bedevi'yi. Tanıyınca da çok sevecektik. Uzun uzun çene çaldık. Manisa'yı nasıl ağaçlandırdığını ise başkalarından öğrenecektik.
Sunay Akın'ın Onlar Hep Oradaydı kitabını yeniden elime aldığımda hatırladım bunu. Sunay, Ahmet Bedevi'nin Tarzan'dan çok Apaçi'ye benzediğini söylüyor.
Hadi bakalım, Apaçi deyince kolaysa tut kendini bakalım... Çocukluğumda dünyadaki en azılı Apaçi düşmanları ninemle bendik. Cümle Apaçilere diş bilerdik. Sadece Apaçilere mi? Bütün Kızılderililere. Zaten Kızılderili denmezdi onlara, Vahşi denilirdi. John Ford'un filmi bile
Vahşiler Hücum Ediyor adıyla gösterilmemiş miydi? (Ford çok daha ilerideki yıllarda Baharda Hücum Cheyenne Autumn gibi filmleriyle günah çıkaracaktı.)
Küçük Dev Adam'ı ( Little Big Man ) seyretmemiştik daha. General CusterSayılı Kahramanlar'dan ( They Died with Their Boots on ) tanıyor, onu hunharca öldüren vahşilere lanetler yağdırıyorduk.
Geronimo'yu hatırlıyorum. Kızılderili şefini haklı gösteren filmleri değil, 1930'ların Geronimo'sunu. Sinemadan çıkarken ninem gözleriyle sokağı tarıyordu. Birini o vahşiye benzetse yanmıştı adam!
Ben sonradan Kızılderili dostu oldum. Ama ninemin ömrü vefa etmedi.
Sunay'ın kitabı Kızılderililerle dolu. Türklerle (daha çok İstanbullularla) ve Kızılderililerle. Kuşdili'nde kendini asan Kovboy Hamdi Bey'le başlıyor, Karl May'ın etkisinde kalarak Kızılderili avına çıkanların ülkemizdeki temsilcileriyle son buluyor.
Sunay en beğendiğim yazarlardan biri. Şiirleriyle, yazılarıyla, söyleşileriyle bendeki yeri başka. Geniş bile olsa, bir tek çerçeve içinde kalmayışını, oradan oraya coşkuyla seğirtmesini çok seviyorum.
Bunu yaparken saflığını korumuş hınzır bir çocuğa benziyor.
Anlatacağını dupduru bir dille, açık açık anlatıyor. Bu tür yazarların yapaylık sınırlarında dolaşan zorlama sözcük oyunlarına, anlatım numaralarına başvurmuyor, kendini göğün yedi kat tepesinde görmüyor. Saflığı burada.
Hınzırlığı ise ince mizahından kaynaklanıyor.
Sunay'ı okumaktan da, dinlemekten de büyük haz duyuyorum. Özlemini çektiğim bir edebiyat dilinin, özgün bir anlatımın tadını çıkarıyorum. Bilmediğim, yabancısı olduğum birçok şey öğreniyorum. Üstüne üstlük çocukluğumun, ilk gençliğimin keyifli anlarını yeniden yaşıyorum.
Daha ne isterim ki!