kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Temmuz 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH 
KAZIM KANAT

Yanımda bana eşlik edecek kimse yokken yürümek...

Bodrum Kalesi'nin önünden geçip, Halikarnas'ı iskeleme aldım. Ama yüzüm hep sancak tarafında... Dönüp dağlara her bakışımda, sanki ben yanmış gibiyim. O yemyeşil dağlar, artık kapkara olmuş. İçinde var olan her şey yanmış. Böcekler bile artık yok. Bu hüzünlü yolculukta yelken bile açmadım. Çünkü rüzgâr yok. Rüzgâr yoksa çıkarılacak yangın da yok. O hâlâ içten içe tüten kara dağlara bakmadan Oraklar, Mazı ve Kisse Bükü'nü geçtim. Akşamüzeri gün batımında Çökertme'de küçük bir koyda, Melek'imi kıçtan kara yaptım. Önümde renklerin en muhteşemi; mavilik! Arkamda ise yeşilin her tonunu taşıyan, çam ağaçları... Bir şey daha! Bu harika doğa cennetinde hiç susmayan en büyük senfoni orkestrası, cırcır böcekleri... Sanki bir hayal dünyasında gibiyim. Bu Çökertme, benim Çökertmem, en sevdiğim koy. Türkülere konu olan "Halil'in Çökertmesi..." değil. O Çökertme, Bodrum'da kaldı. (Bitez ile Aspat arası ve Kos Adası karşısı...) Şunu da söyleyeyim... Çökertme türküsünde, başı hep belada olan Halil, muteber bir adam değil. Yunanlara Kara Ada'nın arkasında İngiliz altını karşılığı sünger satan kaçakçı, bir düzenbaz. Yani Çakır Gülsüm'e aşkı da yalan. Tek doğru ise Kaymakam Bey'in, Çakır Gülsüm'le evlenmek için Halil'i pusuya düşürüp vurdurtması... Melek'in kıç güvertesinde, gün batımını izledikten sonra şok oldum. "Gökyüzünde bu kadar çok yıldız olur mu?" diye söylendim, "İnanamıyorum," dedim. İşte o an, yan tekneden bir İspanyol şarkısı söylenmez mi? Argo'nun küpeştesinde Yasemin Hanım, bir İspanyol şarkısını öyle duygulu söylüyor ki... Sanki bir serenat gibi... "Los ejes de mi caretta!..." 'Çıplak ayaklı kontes' ismini taktığım Yasemin Hanım, şarkıyı bitirince, "Sözlerinin ne anlama geldiğini bilmediğim bu şarkı, benim için çok şeyler anlatıyor olmalı," dedim. Yasemin'in gülmesine Çetin de eşlik etti. Sonra da muzipçe şarkının Türkçe ismini söyledi: "At arabamın dingilini!" "Yok yaaa!" dedim. Yasemin nasıl gülüyor ama... "Bu harika şarkının öyküsü şöyle," dedi: "At arabasının sahibi, yolda giderken dingilden (Otomobildeki aks gibi) çıkan seslerle konuşur, sohbet eder şarkı söyler." "Nasıl yani?" dedim. Yasemin Hanım, bu İspanyol şarkısının sözlerini Türkçe'ye çevirirken hâlâ gülüyordu: "Neden bu dingilleri, yağlamıyorum? Bana terk edilmişliğimi söylüyorlar Evet... Sesleri hoşuma gidiyor. O yüzden neden yağlayayım ki?

Zaten sürekli takip etmek.. Yanımda bana eşlik edecek kimse yokken yollarda yürümek.. Yeterince sıkıcı... Sessizliğe gerek yok. Çünkü düşünecek kimsem yok. Vardı. Ancak çok zaman oldu. Artık daha fazla istemiyorum." Güneş doğarken, "Vira bismillah," dedim. Çökertmenin tam karşı kıyısına, yani İngiliz adalarına gideceğim. Koydan burnumu çıkarır çıkarmaz, tokat gibi bordodan dalga yemeye başladım. Acemilik işte...Tekneye bağlamayı unuttuğum yedek benzin bidonu, dalgalar arasında kaybolurken ağabeyim Ziya'dan sert bir uyarı aldım: "Senin hiç planın yok." Benim planım var da... Bu dalgalar yok mu? Küçücük meleğim, bir o yana bir bu yana sallanıyor. Ben de kırık kalçamla tek ayak üstünde denge kurmaya çalışıyorum. Üç saatlik müthiş bir mücadeleden sonra kendimi bir koya attım ki... Aman tanrım! Tanrı, cenneti yaratmış da ben görmemişim. Koydan içeri giriyorsun, ama koy bitmiyor ki... Deniz bir nehir gibi ormanların içinde kayboluyor. Bu harika koyun ismi Löngöz... Ne anlama geldiğini bilmiyorum, ama cennetten bir köşe... Kıçtan kara yapıp, teknemi bir çam ağacına bağlamak isterken, botumun ipi pervaneye takılmaz mı...? Ağabeyim Ziya'dan ikinci ihtarı aldım: "Bot, arkada bağlıyken tornistan yapılmaz. Yoksa aksı kırarsın..." Bu kez benden bir ihtar gitti: "Bunda aks yok, dingil var. Bu tekne değil at arabası!" Mesaj: Löngöz'ü anlatacağım. Oradan çıkıp geldiğimiz İngiliz Limanı'nı da... Haftaya İngiliz Limanı'nın koylarından söz edeceğim. Hani İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlar'dan kaçıp bu ormanlarda saklanan İngiliz askerlerinin hikâyesini de yazacağım. Ama o oksijen deposu buhur (günlük) ağaçların neden ve niçin korumaya alındığını da yazacağım. Ama bir ordunun saklandığı o eski ormanlar artık yok. Yakmışız!