kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Mayıs 2007, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Tiksinmenin sosyolojisi

Uçak kazalarını niye önemseriz? Elbette çok sayıda insanın ' bir anda' ölmesinden ve yaralanmasından...
Ancak olayın bir de tarihsel boyutu var: Yakın zamanlara kadar uçaklar zenginlerin ve siyasi açıdan güçlü kişilerin kullandığı bir araçtı.
Bir uçak düştüğünde herkes merak ederdi: Acaba ölenlerin arasında ünlü birileri var mı? Genellikle de olurdu.
Sokaktaki 'sıradan' bir vatandaşın ölümü ailesini, arkadaşlarını filan etkiler.
Ama diyelim ki bir başbakanın ölmesi siyasi atmosferi ciddi biçimde değiştirir.
Hatta uçağın düşüp başbakanın kurtulması dahi benzeri bir etkiye yol açabilir. Mesela 1959 yılında Adnan Menderes'in uçağı Londra'ya giderken düşmüş, Başbakan yaralı kurtulmuştu.
Bu olay Menderes ile İnönü arasındaki sıcak siyasi kavganın bir süreliğine soğumasına yol açmıştı.
Özetle 'uçak' dendi mi insanın aklına para, güç ve şöhret gelir.
Peki ya gerçekte; somut, gündelik hayatta durum nasıl?
Yakın tarihlere kadar uçaklar yukarıda anlattığım durumdaydı. Sonra işler değişti: Havacılık sektörü serbestleştirildi. THY'nin tekeli sona erdi. AtlasJet, Pegasus, Fly Air, Onur Air gibi özel havayolları devreye girdi.
Müthiş bir rekabet başladı.
Bilet fiyatları düştü.
Sonuç: Sıradan vatandaşlar, özellikle uzun yolculuklarda (mesela İstanbul'dan Van'a) uçağı tercih eder oldu.
Hadi rakamını da verelim:
2002 yılında uçak firmaları 8.5 milyon iç hat yolcusuna bilet satmıştı.
2006'da, yani sadece dört yıl içinde bu rakam kaça çıktı biliyor musunuz?
Sıkı durun: 28.8 milyona !
Artış üç kattan fazla.
Erdal Şafak geçen gün bu verileri ' sivil havacılığın demokratikleşmesi' olarak niteliyor ve ekliyordu: " Toplumun demokratikleşmesi böyle olur... Toplumsal kaynaşma böyle güçlendirilebilir.... "
Erdal Abi çok doğru bir saptama yapıyor ama sözünü ettiği ' kaynaşma' hemen meydana gelmiyor.
Uçakla seyahat etmeyi bir ayrıcalık, bir statü göstergesi, zenginliğin, prestijin işareti sayan ' eski' yolcular, bu demokratikleşmeyi hemen kabullenemiyor. (Bazen haksız da değiller.)
Bundan 10 yıl önce uçağa bindiğimde nispeten sessiz, sakin bir ortam olurdu.
Şimdi ise uçaklar, ağlayan çocuklarını susturmaya çalışan başörtülü annelerle ya da ayakkabısını çıkarıp tespih çeken adamlarla dolu. (Hostesler uyarıp duruyor.)
Havalandırma sisteminin çalışmasına rağmen iç hat seferlerinin kokusu da değişti.
'Yeni' yolcularda deodorant ve parfüm kullanma oranı düşük. Koku sürmüş olsalar da, bu koku ' eski' yolcuların tanıdığı, bildiği, alıştığı ' Beyaz Türk' parfümlerinden epey farklı.
Dolayısıyla ' eski' yolcular, sivil havacılığın demokratikleşmesinden hiç de memnun değiller.
Ayrıcalıklı mekâına tecavüz edilmiş, yaşam alanlarına istemedikleri misafirler girmiş gibi hissediyorlar.
Can sıkıcı olsa da gerçeği söyleyelim: ' Eski' yolcular, ' yeni' yolculardan tiksiniyor. Evet, tiksiniyor !
Aptes suratlı, badem bıyıklı adamları; başörtülü ya da türbanlı kadınları görmek istemiyorlar. Hele koklamak... O daha da korkunç geliyor!
Peki 'suçlu' kim?
Evet bildiniz:
Sivil havacılığı rekabete açarak, koltuk fiyatlarının düşmesine yol açan hükümet.
Ekonomideki liberal politikalar, kazancını kah uçağa binerek, kah Akmerkez'de alışveriş yaparak harcayan yeni bir kitle yaratıyor.
Böylece ' göze çarpar' oluyorlar. Ve görünür oldukça ' eski' burjuvaları tedirgin ediyorlar.
" Çoğalıyorlar; bakın işte her yerdeler " izleniminin ve hemen ardından gelen, " Bunlar bizim hayat tarzımıza müdahale edecek " tedirginliğinin maddi temeli yukarıda anlatmaya çalıştığım ' karşılaşmadan' yani ' kaynaşamamadan' başka bir şey değil.