Ambulanstaki genç doktor, "Tansiyon sorununuz var. Bu durum ailenizde genetik mi?" dedi. Gülümsedim ve "Ailece genetik olan, bir yerimizi kırmamız!" dedim. O dayanılmaz acı, geçmişte yaşadığım bir acıyı bana tekrar yaşattı. Kız kardeşim Meserret, 'yıldızlı peki'lerle dolu karnesini aldığı gün, sevinç içinde ve yalnız başına çimlerde çıplak ayakla dans ederken, ayağını iki yerinden birden kırmıştı. O gün kulaklarımda çınlayan çığlığını asla unutamadım. Kız kardeşim, şehrin tek arabasıyla kasabanın çıkıkçısına götürüldü. Sonuçta dört ay sonra ancak yürüyebildi. Bir daha çimlerde çıplak ayakla dans etmedi! Benim kıçımı kırmamın hikâyesi ise "Olmaz öyle şey," cinsinden...
ARMUDUN İYİSİ...
Canınız portakal yemek istedi diyelim, armudun peşine düşer misiniz? Ben düştüm efendim. Hem de armudun iyisinin peşine düştüm! Geçen cumartesi gecesi, canım portakal yemek istedi. Karım Sevinç, hiç yapmadığını yaptı, odasından seslendi: "Meyveler balkondaki sepette!" Balkonu açtım, söylenerek portakal arıyorum. Bir de baktım ki bizim Cabbar'ın aldığı armutlar, bir naylon torbanın içinde. Birini değil, üçünü birden kaptım ve balkon kapısından mutfağın içine uçmaya başladım. Elimden uçup giden armutların peşinden giderken tek pervaneli pırpır gibi yere çakıldım. Sonra da çılgınca bir çığlık attım: "Sevinççç!.. Kaptannn!.." Ben vücudumda hasar raporu belirlemeye çalışırken karım Sevinç, diz çökmüş ağlıyordu. Köpeğim Kaptan ise yüzümü gözümü yalayıp, arada sırada dişleriyle kulaklarımı hafifçe ısırıyor, inlemeyle havlama arasında garip sesler çıkarıyordu. (Apartman sorumlusu Kerim'in anlattığına göre Kaptan, o geceden eve döndüğüm güne kadar hiç susmadan inleyip ağlamış. Komşuların anlayışlarına teşekkür!) Ambulansın hoplaya zıplaya gitmesine söylenirken hastaneye geldik. Karım Sevinç, kırmızı alarm vermiş, oğlum Mesut arkadaşlarıyla oradaydı. Benim kanserle savaşımdaki, 'yakın silah arkadaşım' Şenol Carıllı, gece yarısı Nişantaşı trafiğine takılmış, arabada tam iki saat beklemiş. Yine de başucuma ulaştı. Bir büyük sürpriz de şuydu: Beşiktaş Sağlık Kurulu Başkanı Doç. Dr. Şenol Akman da hastanede değil mi? Bu kez tam anlamıyla dört ayak üstüne düştüm. Ameliyat sonrası yoğun bakımda, hemşireler maç sonuçlarını kulağıma söylerken, "Beşiktaş şampiyon olacak," dediler. Kötü günde iyi haberler var! Yoğun bakımın ertesi sabahı da Dr. Akman'ın ekibinden 'bay güler yüz' Dr. Serkan Uludağ ve Aksel Seyahi, "Hadi biraz sonra yürüyüşe çıkıyoruz," demez mi? Ben şaşkınım ya... O gülümseyerek anlattı: "Sana titanyumdan yeni bir kalça yaptım. Öyle çok çimento kullandım ki eskisinden de sağlam oldu!" O an annem Hatun Ayşe aklıma geldi. Top peşinde koştuğum o gençlik yıllarımda kızdığı zaman söylenirdi: "İt ayağı yemiş gibi ne dolaşıp duruyorsun? Kır kıçını şurada otur biraz!" Anamın dediğini ilk kez yapmanın huzuru içinde gözlerimi kapadım, uyudum. Ama mümkün değil. Çünkü o gün 'bay tansiyon'la tanıştım. Tansiyonu düşürmek için geceleri savaş veren hemşire Zulal Aslin Margosyan'a (Anlamı; temiz berrak su) binlerce teşekkür! Bu arada ilginç bir olay oldu. Kalbimi araştıran Dr. Alpaslan Eroğlu'na, "Yıllar önce, doktorlar bana 'Kalbinden hastasın, futbol oynarsan ölürsün,' dedi. Ben de futbolu bıraktım!" dedim.
O GAZETECİ BENİM
Doktor gülümsedi, "Sergen Yalçın için de 'Kalbinden hasta!' diye yazdılar. Oysa onda da senin gibi sporcu kalbi var," demez mi? "Ama doktor," dedim, "Sergen'le ilgili o haberi yazan gazeteci benim." Doktor, vicdanımı rahatlattı: "O olay gazeteci hatası değil, doktor hatasıydı." Taburcu olduğum gün, sevgili hocam Ali Emre ve Şükrü Dileğe'nin moral dolu sözleri bir yana Prof. Dr. Adnan Aydıner'in "Kanser tedavisini şimdilik durdurdum," sözlerini, "İyileştim," olarak yorumladım ve tarihi kararımı açıkladım: İki yıl hastane köşelerinde yaşamaktansa, altı ay meyhanede yaşamayı tercih ederim! Eve dönüş! Köpeğim Kaptan'la sarmaş dolaş yatıyoruz. Sakat bacağımın bekçisi gibi... Şunu anladım: Kaptan bir hayvan, ama duyguları insan!
Yayın tarihi: 15 Nisan 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/15/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.