Çankaya Savaşları adlı diziyi hazırlarken dikkatimi çeken hususlardan biri, özellikle
1982'de
Kenan Evren'in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonraki dönemlerde hep aynı taleple karşılaşmamız oldu: "
Cumhurbaşkanını halk seçsin ." Önce
Turgut Özal (1989), ardından
Süleyman Demirel (1993), son olarak da
Ahmet Necdet Sezer (2000), Köşk'e çıkmadan önce çeşitli kesimlerden bu cümleyi işitmiştik.
Bugün de aynı sesler yükseliyor: "Cumhurbaşkanını halk seçsin."
Önce kendi '
genel' fikrimi söyleyeyim... Ancak ardından kocaman bir '
ama' gelecek:
Bence de halk seçsin.
Hem de
iki turlu olsun. İlk turda partilerin gösterdiği bütün adaylar yarışsın. Yüzde
50'yi geçen cumhurbaşkanı olsun.
Seçilemedi mi?
En çok oyu alan iki aday ikinci turda yarışsın. Biri yüzde
50' yi geçeceğine göre, çoğunluğun seçtiği kişi Köşk'e çıksın.
Olsun bitsin!

Ancak, sizin de şahit olduğunuz gibi, 1923'ten bu yana Anayasa defalarca ( 1924, 1961 ve 1982 ) yenilenmesine... Ayrıca bu anayasaların çeşitli maddeleri değiştirilmesine rağmen... Cumhurbaşkanının temel seçiliş biçimine, yani Meclis'in seçmesi ilkesine dokunulmadı.
Biçimsel olarak (yeterli oy miktarı, tur sayısı, vs.) bir sürü değişiklik yapıldı. Ama neticede ' Meclis seçecek' dendi.
Niye? Kısaca anlatayım:
Çünkü cumhurbaşkanının bu şekilde seçilmesi... Hem parti liderlerinin... Hem de sivil ve askeri bürokrasinin önde gelen temsilcilerinin işine geliyor...
Parti liderleri Köşk hayali kuruyor... Genelkurmay başkanları ya da Anayasa Mahkemesi üyeleri ' Acaba ben olabilir miyim' diye düşünüyor.
Sonuç: Kapıyı hep açık tutuyor, gereken girişimleri yapmıyorlar.
Örnek mi istiyorsunuz? İşte Süleyman Demirel... Şimdi kalkmış ' halk seçmeli' diyor. Burada anahtar kelime ' şimdi'. Yani tam da bugünlerde, Türkiye 11'inci cumhurbaşkanı seçimine dolu dizgin giderken.
Ee peki adama sormazlar mı: Defalarca hükümet kurdun... Bizzat cumhurbaşkanı seçildin... O zaman niye halkın seçmesi için çabalamadın? Eğer bastırsaydın kabul edilebilirdi.
Ama biliyorlar: İşi halka bıraktın mı, hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Çünkü insanların ikinci tercihi çok değişik olabiliyor.

Diyelim ki yüzde 40 ile en çok oyu almış bir kişi... İkinci turda yine yüzde 40'ta kalırken... İlk turda yüzde 25'te kalmış bir aday, ikinci turda yüzde 60 ile ilgili makama çıkabiliyor.
Seçimlerin iki turlu olduğu ülkelerde böyle sürprizlerle karşılaşıyoruz.
Bunu bilen bizim siyasiler ve yüksek bürokratlar da cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini istemiyor. Çünkü halk seçtiğinde, kulis yapmaları, Meclis'i manipüle (ve hatta tehdit) etmeleri mümkün olmayacak.
Gelelim bugüne. Sesi gür çıkan bazı kesimler, Başbakan Erdoğan'ı ya da AK Parti'den başka bir kişinin seçilmesini engellemek için uğraşıyor.
Ve utanmadan, sıkılmadan "halk seçsin" diyorlar. Gerçekten istediklerinden mi? Kesinlikle hayır.
Çünkü samimi niyetleri bu olsaydı, en azından 7 yıldır propaganda yapıyor olurlardı.
Yaptılar mı? Hayır! Siz bunların 6 ay öncesine kadar "halk seçsin" dediğini duydunuz mu? Hayır!
Ama seçime az bir süre kala bağırmaya başladılar: "Halk seçmeli."
Yalanın dik alası! Tam bir ikiyüzlülük. Tek bir amaçları var: "Cumhurbaşkanı bizim onay verdiğimiz, sevdiğimiz, tuttuğumuz, desteklediğimiz birisi olsun."
Benim temennim ise şöyle: Şimdi Meclis seçsin ama bundan sonra halka bırakılsın. ' Milli Hâkimiyet'in gereği budur.

Yayın tarihi: 10 Nisan 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/10///haber,DC860AC4CCE147D2B2658562C3B5826D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.