Ali Poyrazoğlu cenazesinden bildiriyor
Bu memleket adamı öldürür. Sığlık, günlük yaşamın sıradanlığı adamı öldürür. Solcuların, sağcıların, sanatçıların bir araya gelemeyişi adamı canından bezdirir. Canından bezen ölür... Vefasızlık, miskinlik, kendini yenileyemeyenlerin sığlığın kalesi olan gereksiz ciddiyetin maskesi suratlarında dolaşanların sayısı arttıkça insanın ölesi gelir. Sanatın, kültürün üstüne ölü toprağı atmaya çalışanların gayretleri adamın ruhunu kurutur. Eh, ruhun kurumuş... Öl daha iyi... Bu İstanbul... Bu güzellik, bu pislik, bu kalabalık, bu aşklar, bu işler, bu trafik, bu bayağılık, bu cehalet... Bu İstanbul, adamı öldürür... Öldüm geçenlerde... Cenazem çok fiyakalı oldu... Yalan yok, bizzat oradaydım... Gözümle gördüm, kulağımla dinledim... Ben ölünce hemen duyulmuş... Cep telefonları çalışmış, kulaktan kulağa yayılmış, tiyatrodaki arkadaşlar hemen organize olmuşlar... Son oyunum Ben Eskiden Küçüktüm İş-Sanat'ta oynanıyor... Tiyatrocular sahneden uğurlanır ya... Sabah 10:00'da tören, ben sahnedeyim.... Ama tabutta... Türk bayrağı altında tabut... Bir fiyakalı resmim solda... Çiçekler, çelenkler... Son oyunlarda giydiğim kostümler... Sahne düzenlemesini Barış Dinçel yapmış... Tiyatrocular, sinemacılar, seyirciler, oyuncular, arkadaşlar gelmişler. Müjdat Gezen, Savaş Dinçel, Levent Kazak, Huysuz Virjin, yayıncım İlknur Özdemir, CNN'den Aslı Öymen, Armağan Çağlayan, Sezen Aksu, Nükhet Duru, mahalledeki bakkalım, kasabım, tiyatro eleştirmenleri... Asistanım Jale... Köpeğim Bıdık... Onur Şenay, Özdemir Çiftçioğlu... Seyircilerden de gelen var, 'Son gösterisi bakalım nasıl?' diye... Bir köşede Sezen Aksu'yla, Nükhet Duru fısıldaşıyorlar kara gözlükler ardında... Sezen, "Kaç zamandır aklımdaydı... Ali'nin oyununa gideyim diyordum... Geç mi kaldım acaba?" diyor.. Nükhet, "Ben iki kere gördüm, sana anlatırım..." Sezen, "Beni anlatıyormuş oyunda... İyi mi konuşuyordu hakkımda?"
ESKİ DOSTLAR Nükhet, "Şekerim bu oyuncu milleti için Shakespeare ne demiş duymadın mı? 'Sağlığınızda adınız bunların diline düşeceğine öldükten sonra mezar taşınıza kötü şeyler yazılsın daha iyi,' demiş adam... Sen anla artık senin için neler dediğini..." Sezen, "Sen niye iki kere gittin oyuna?.." Nükhet, "Ay, senin hakkında söyledikleri çok hoşuma gidiyordu, çok gülüyordum, ondan..." deyiverince Sezen'in gözlükleri fırladı. Vasiyetim vardı... Ölürsem sahneye bir piyano konulsun, yakın arkadaşım Ferdi Özbeğen piyano çalsın ve Eski Dostlar'ı söylesin demiştim. Ferdi'ye telefon edilmiş. "Bu iş ekstraya girer... 3 bin dolar alırım," demiş... Tiyatrodaki çocuklarda 3 bin dolar ne gezer?.. Nevizade'deki meyhanelerde akordeon çalan topal Necmi'yi bulmuşlar. Ha Necmi, ha Ferdi 100 milyona onunla anlaşıyorlar... O geliyor çalıyor Eski Dostlar'ı... En eski tiyatrocu olarak Nejat Uygur geliyor... Konuşma yapıyor... "Çok iyi bir oyuncuydu Ali... Türk futbolunun başı sağolsun," diyor. Kadir Topbaş çıkıyor. "Şehrimizin güzide bir sanatçısıydı... Bu vesileyle bundan böyle sanatçılarımızın helvalarını da yapıp bir liraya, öğrencilere 50 kuruşa dağıtacağımızı açıklıyorum," diyor... Hadi Çaman, "Saray Muhallebicisi oyunlardan sonra tavuklu pilav da dağıtsın!" diye bağırıyor.... Başkanın korumaları "Olayı provoke etmeyin, Şehir Tiyatroları bedava bilet dağıtıyor diyenin ağzını burnunu dağıtırız!" diyorlar... Başkan müdahale ediyor... "Yok deve..." diyor... Nejat Uygur, "Develi pilav olmaz, tavuklu olsun..." diyor... Alkışını alıyor...
'YATAKTA HEPSİ GRİ' Tabutumun iki ucunda genç tiyatrocular saygı duruşundalar... Rol arkadaşım Bülent Kayabaş yanındaki Eser Ali'ye, "Bu tabutun başında duran fıstık kim lan... Memelere bak taş gibi," diyor... Eser, "Abi gözlüklerini tak, o bizim tiyatrodan Berrak," diyor... Bülent, "Fark etmez bütün kediler yatakta gridir," cevherini yumurtluyor... Kültür Bakanının telgrafı okunuyor... "Ankara'da özel tiyatrolara devlet desteği sağlamak için hiç uyumadan, komisyonlardan geçen yasa taslağının Meclis'in gündemine alınması için çalıştığımdan, tiyatroculara verdiğim sözümü tutmak için cenazeye katılamıyorum. Tanrıdan..." Tabutum sahneden alınıp merdivenlerden aşa1ğıya indirilirken trafikten geç kalan foto muhabirleri, kameranlar hücuma geçiyor... Tabutu taşıyanlar kontrolü kaybediyor; tabut yuvarlanıyor, ben küt diye merdivenlerin altındaki gişenin üstüne uçuyorum... Müjdat Gezen'le Savaş Dinçel, "Ulan bu herif amma paragöz, giderayak hâlâ aklı hasılatta!" diye fısıldaşıyorlar...
'AĞUSTOSTA ÖLSENE' Kapıya çıkılıyor... Hava iyice soğumuş... Müjdat, "Ulan bu Ali hep tuhaf herifti... Arkadaş niye bu buz gibi havada ölüyorsun... Allah kahretsin yağmur da başladı... Zatüree olacağım. Bu Ali beni öldürecek, inadına yaptı... Ulan öl ağustosta, rahat rahat gömelim..." Söyleniyor... Yağmur yavaştan kara dönüyor... Savaş, "Ben bu ayakkabıları yeni aldım. Mezarlığa gidersem, bombok olurum," diyor... Mustafa Alabora, "Benim palto Mehmet Ali'nindi... Yağmurda çekmiş, bana verdi... Şimdi yine ıslanır çekerse, yeni palto almak gerekir... Ben vınlıyorum," diyor... Kar bastırınca, kimi çekime, kimi dublaja, kimi provaya... İşe güce, hayata dağılıveriyorlar... Mezarlığa yine de aşağı yukarı yarım salon seyirciyle varıyorum... Kar bastırıyor... Tam o sırada kalabalık bir grup daha geliyor... Kar iyice bastırıyor... Bizim grupla öteki tabut taşıyan grup birbirine karışıyor... Herkes tabutlara bir el atma, iki adım da olsa taşıma çabasında... Kar iyice tipiye dönüşüyor... Tabutlar elden ele... İki grup iç içe girmiş durumda, iki tabut dolaşıyor havada...
'GEBER PEZEVENK' Birden bakıyorum bizim grup ellerinde öbür tabutla uzaklaşıyor... Ben tanımadığım adamların elinde... Tabutlar, mezarlar karışıyor... Beni gömüyorlar bir muhtarın mezarına... Muhtar berberin inşaatına ruhsat vermemiş... Berber, "Geber pezevenk... Senin mezarına işeyeceğim..." demiş. Her akşam bir herif gelip tepeme işiyor... Öte taraftaki mezarıma bakıyorum... Muhtar yatıyor yerimde... Adını bilmediğim bir seyircim arada uğrayıp, çiçek bırakıyor... Berber her gece geliyor... Her gece...
*** Dalmışım tiyatroda, fırlıyorum kanepeden... Nilgün Hanım giriyor odaya... "Ali Bey kalkın, oyuna 15 dakika var. Sesiniz kısılır uyuyunca..." Hemen toparlanıyorum. Sahneye fırlıyorum. Ön sıralarda Müjdat Gezen, Savaş Dinçel, Ferdi Özbeğen, Hümeyra, Sezen Aksu, Levent Kazak, Suzan Aksoy, Bülent Kayabaş var... Ben Eskiden Küçüktüm'e gelmişler... Seyirciler de doldurmuş salonu... Hep birlikte "Bu memleket bizi öldüremez..." yolculuğuna çıkıyoruz... Sığlığa, sıradanlığa, miskinliğe meydan okuyanları kolay kolay öldüremez üzerimize fırlatılan bu topraklar... Bezmek yok... İşlerin ucunu bırakmak yok... Kimse kurutamaz ruhumuzu... Bu İstanbul, bu memleket, bu güzellik, bu pislik, bu kalabalık, bu aşklar, bu işler, bu bayağılık, bu köylülük, bu cehalet, bu İstanbul adamın ruhunu öldürür... Sıradanlığa meydan okursan yeniden doğarsın ölümlerde...
|