|
|
Ben âşığım, darısı sizin başınıza
Bel altı saldırılar, kıskançlıklar... Ama sonra unutuveriyorum medya pisliklerini. Her röportajda heyecanlanıyor, ilk günkü gibi hissediyorum
Bazen ait olduğum yerden nefret ediyorum. Medya sektöründen bahsediyorum. Kumpaslar, oyunlar, arkadan konuşmalar.. Birileri sizi kolluyor. Yanlış yapmanızı bekliyor. Yapmazsanız abuk sabuk iddialarla saldırıyorlar. Herkesin medyada böyle bir izleyeni var. Pusuya yatmış nefes alıp veriyorlar. Zaman geçtikçe kötü nefes kokuları size kadar ulaşıyor. Mideniz bulanıyor. Siz iş yaptıkça gözlerini kan bürüyor, "Tamam şimdi yakaladık, nasılsa bir yamuğunu buluruz." Siz canla başla çalışıyorsunuz, onlar köşelerinde oturmuş popo büyütüyor, onun bunun gezilerine katılıyor, sonra bulundukları yerden ahkam kesiyorlar. Meslektaşım Haşmet Babaoğlu iki gün önce durumu bence güzel özetledi. "Medyaya yerleşmiş bu kötülük yuvalarından hepimiz sorumluyuz," diye yazdı. "En kolay yollardan tiraj-reyting hedefleyen yayın yönetmenleri ve dedikodu şehvetinin kışkırtılmasına bayılan okurlar da sorumlu bu adamların yükselişinden. Tamam nihayetinde sel gider, kum kalır. Fakat olan mizah duygusuna ve estetiğine oluyor. Beyinlerinde bir gram özgün fikir, kalplerinde azıcık halis duygular taşımayan bu kişiler sürekli mizahın arkasına sığınıyor; sıkışınca da 'Mizah yapıyorum,' diyerek sıvışmaya çalışıyorlar ya.. İşte o bitiriyor beni." Beni de bitiriyor Haşmet. Bel altı saldırılar, kıskançlıklar, yüzünü bile görmediğim adamların salyalarını akıta akıta hakkımda ahkam kesmesi yoruyor beni. Farkında mısınız, artık gazetelerde mutlaka ona buna saldıran bir yazar kontenjanı var. Yeni bir tür bu. Sabah ilk işleri "Kime çaksam?" diye düşünmek oluyor. Ertesi gün de çaktıkları ismin kendi haklarında ne yazdığını merak ediyorlar. Böyle besleniyor, böyle büyüyorlar. Hayatları internetteki dedikodu siteleri. Bilmem kim, bilmem kime ne dedi? "Oh abi, bugün de manşetiz, darısı yarının başına." Kimsenin gazeteye manşet olacak haber yapmak gibi bir derdi yok. Üstelik bu tipler çok okunduklarını düşünüyorlar. Bir süre sonra kendileri bile inanıyor kendi yalanlarına. Ama halk okumuyor. Kişisel dertleri, kompleksleriyle ilgilenmiyor bile. İşin üzücü tarafı, bazen bu kontenjanları bilmem kaç yıllık gazeteci geçmişine sahip iyi isimlerin doldurması. İşte o zaman umudum tükeniyor. İş yapmanın, üretmenin, çalışmanın böylesine yerildiği bir sektörde nefes alamıyorum. Sonra sizden mailler geliyor. Hem de ne mailler... Kızıyorsunuz bana. "Niye ciddiye alıyorsun?" diyorsunuz. "Sen işini yap sadece, gerisini boş ver." O kadar haklısınız ki... Bir gün geçiyor, bir gün daha. Bu mesleğe küsmek olur mu? Aklıma başka bir haber düşüyor. "Acaba" diyorum, "Şu kişiyle söyleşi yapsam, ilginç olmaz mı?" Ne yalan söyleyeyim, unutuveriyorum medya pisliklerini. Heyecanlanıyorum, araştırmaya başlıyorum. Her röportajda müthiş geriliyor, ilk günkü gibi hissediyorum. Herkesin bir hikâyesi var. Ben de o hikâyeleri yazmak için buradayım. Müthiş şanslıyım çünkü âşık olduğum bir mesleğim var. Darısı herkesin başına!
|