'Hepinize çok çok kızdığım için yazıyorum'
Orhan Pamuk'un konuşması hepimizi duygulandırdı. Ayağa fırladık. Avuçlarımız patlayıncaya dek alkışladık
Akademi'nin şık salonunu doldurduk, Orhan Pamuk'u bekliyoruz. Bir avuç Türküz aslında. Ancak en arka sıralardaki banklarda yer bulabildik. Elimize Orhan Pamuk'un konuşma metnini tutuşturuverdiler. Hayatımda ilk defa, "Ben Türkçe kopyasını alabilir miyim?" diye sordum, "İngilizce istemem." Görevli kadın Türk olduğumu duyunca gülümsedi. Stockholm'de bugün Türk olmak büyük ayrıcalık. Türk demek Orhan Pamuk demek, Türk demek Nobel Edebiyat Ödülü'nü kapmış millet demek. Salon hınca hınç dolu. Herkes özenmiş, şık kıyafetler giymiş. Özellikle 70 yaş üstü İsveçli kadınların kıyafetleri görülmeye değerdi. Dantelli elbiseler, kaşmir paltolar ve antika broşlar... Hani Hürriyet diyor ya "Kulislerde en çok Ertuğrul Özkök'ün Nobel'e çağrılmış yazarların siyasi olduğu hakkındaki yorumu konuşuldu," diye. Kimse alınmasın ama tamamen palavra. Bir iki gazetecinin dalga geçen konuşmalarını, geyik muhabbetlerini gündem sanıyorsanız, orası ayrı tabii. Buradaki tek gündem Orhan Pamuk ve edebiyat. Hem nereden çıkmış 'edebiyat ödül törenini sadece edebiyatçı izler' yargısı? Bu cin fikre inanın çok güldüm. O zaman, örneğin Ertuğrul Özkök niye Sharon Stone ile röportaj yaptı? İyi bir magazinci yok muydu? Anı izlemek, olaylara tanık olmak, doğru aktarmak.. Gazetecinin görevi bu değil midir? Bize böyle öğrettiler de! Orhan Pamuk konuşmasına, yazısının başlığını okuyarak başlayınca birden ürperdim. 'Babamın Bavulu'. Akademinin tarihi salonunun duvarlarında yankılanan Türkçe kelimeler miydi beni ürperten, bilmiyorum. Ama aynı ürperti konuşmanın sonuna kadar sürdü. Kendi hikâyesini anlattı Pamuk. Kendisinin ve babasının hikâyesini. Niye yazar olduğundan bahsetti. "Niye yazıyorum biliyor musunuz?" diye sordu. Cevabını kendisi verdi: "Herkese, hepinize çok çok kızdığım için yazıyorum. Bu kızgınlığımın nedenini bulmak için yazıyorum." Öyle bir bölüm vardı ki beni derinden etkiledi: "Herkesin bildiği ama bildiğini bilmediği şeylerden söz etmektir yazarlık. Bu bilginin keşfi ve onun geliştirilip paylaşılması, okura çok tanıdığı bir dünyada hayret edinerek gezinmenin zevklerini verir. Bu zevkleri, bildiğimiz şeylerin bütün gerçekliğiyle yazıya dökülmesindeki hünerden de alırız elbette. Bir odaya kapanıp yıllarca hünerini geliştiren, bir alem kurmaya çalışan yazar, işe kendi gizli yaralarından başlarken bilerek ya da bilmeden, insanoğluna derin bir güven de göstermiş olur. Başkalarının da bu yaraların benzerini taşıdığına, bu yüzden anlaşılacağına, insanların birbirlerine benzediğine duyulan bu güveni hep taşıdım. Bütün gerçek edebiyat, insanların birbirine benzediğine ilişkin çocuksu ve iyimser bir güvene dayanır. Kapanıp yıllarca yazı yazan biri, işte böyle bir insanlığa ve merkezi olmayan bir dünyaya seslenmek ister."
***
Orhan Pamuk konuşmasını "Bugün babam aramızda olsun çok isterdim," diye bitirince yutkundum. Kocaman bir düğüm boğazımda. Gözlerimde yaşlar... Hadi ben bu aralar fazla duygusalım. Yine "Ona buna ağlıyorsun," demesinler diye, gözlerimi Türk meslektaşlarımdan kaçırmaya çalışırken fark ettim. Hepsinin gözleri dolu doluydu. Konuşma, benim gibi bütün Türk gazetecilerini duygulandırmıştı. Sadece konuşmanın içeriği değildi bizi çarpan. O salona girene kadar belki de değerini yeterince algılayamadığımız bir ödülü, bir Türk'ün almasını izlemekten duyduğumuz gururdu asıl duygumuz. Salonun en arkasında bir yerde oturmuştuk ama Pamuk sık sık bizim tarafa göz atıyordu. "Orada mısınız?" diye. Oradaydık. Ayağa fırladık. Avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışladık. Aranızda "İyi ama bütün dünyanın gözü bu konuşmadaydı. Türkiye için bir iki güzel laf etseydi. Hazır AB de gündemdeyken. Hem o çok satan değil de çok sevilen yazar olmayı hedeflerken, fena mı olurdu?" diye düşünen çıkabilir. O noktada değildi Orhan Pamuk. O edebiyatın derinliklerinde bir yerde, kapandığı odadan kendi öyküsünü anlattı. Kompleksli, ezilmiş 'Doğu'dan bahsetti. Aşağılanma, küçümsenme korkumuzdan, gurur kırıklıklarımızdan, bunların kardeşi milli övünmelerden, şişinmelerden... Ve ekledi; "Edebiyat hiçbir zaman yalnızca milli bir konu değildir. Edebiyatın, insanoğlunun kendini anlamak için yarattığı en değerli birikim olduğuna inanıyorum." Anı yaşamak dedim ya, oradaydım demek. Benim için Orhan Pamuk'un Nobel Ödülü konuşması tam da böyle bir şeydi. Müthiş gurur duydum. Keşke bütün Türkiye bunun keyfini daha coşkulu bir şekilde sürebilse. Çünkü, kimse kusura bakmasın ama... Edebiyat Nobel'i bu yıl bizim.
|