Hokkabazlar kulübü
Medyada acayiplik son sürat devam ediyor. Polemiğe giren, ağır ithamda bulunan, şapkadan tavşan çıkaran, ne ararsanız mevcut. Tabii, 'hokkabazlık' yaparak, pazar payını artırma yarışında, 'bayan dekolte'leri de unutmamalı
Hokkabazlar kulübü
Aziz milletimiz, her geçen gün daha acayip şeyler talep etmekte, milletimizi başı üstünde tutan televizyon alemimiz de bir acayiplik imalathanesi gibi çalışmaktadır. Acayiplikte sınır tanınmamaktadır. Malumunuz, Piştigillerden Deniz Akkaya, kendi programlarının formatını 'arakladıklarını' ima ederek, Savaş Aygillerin programına vermiş veriştirmiş, Sayın Ay'ın yanı sıra Seray Sever, Ali Atıf Bir ve Şoray Uzun ekibini 'kaybedenler kulübü' ilan etmiş, bu ekibe, aslında bu ekibin acayiplik seviyesine, milletimizin itibar etmeyeceği öngörüsünde bulunmuştu. Kaderin cilvesine bakın ki, bu 'arak' meselesi kısa süre sonra Savaş Ay tarafından Cem Yılmaz'a yönelik bir itham haline dönüştü ve Ay, Hokkabaz filminin kendisinden araklanmış olduğunu ilan etti. Hokkabaz filminin bir tür intihal olup olmadığını bilemem, ama piyasada pek çok hokkabaz bulunduğu muhakkak. Malum, Savaş Ay'ın şapkadan çıkarmaya çalıştığı, fakat Savaş Abi'sine katlanamadığı için depresyona giren bir minik tavşan var ortada. Bu tavşana çok şey borçlu olduğumuzu itiraf etmeliyiz. O minik tavşan, milletimizi bir an için hayal aleminden koparıp, gerçekliğe döndürdü kanaatimce. Elin yavru tavşanını, Savaş Ay'ın eline düşüren ve ekranlar karşısında bayıltan acayiplik mekanizması, kısa bir süre için bile olsa gerçek yüzünü gösterdi. Hiç de sevimli sayılamayacak bir 'tosun' olduğum için kendisini gayet iyi anladığım Ali Atıf Bir'in kartlarla yaptığı hokkabazlık denemesi, o vakitten sonra durumu nasıl kurtaracaktı ki?
ACAYİPLİK SINIR TANIMIYOR Her acayip malın bir acayip alıcısı oluyor bu memlekette. Mesela Savaş Aygillerin programında, halkımız arasında gezinilerek yapılan 'Yunan spermiyle çocuk doğuran Türk kadınları' röportajları, hakikaten kuvvetli bir beyin fırtınasının ürünü olsa gerek. Programı izlerken, en azından Ali Atıf Bir'in takip eden programlara 'Maşallah' yazısıyla çıkması gerektiğini düşündüm. O performans bende olsa, dana gözü kadar nazar boncuklarım olmadan dolaşmam. Şimdi bile annemin, fanilama iliştirdiği çengelli iğnenin ucundaki nazar boncuğuyla dolaşıyorum, zira. Neyse, kendi XL çamaşırlarımızı bir kenara bırakalım ve söz konusu kulübün asla bir kaybedenler kulübü olmadığını, başka kanıtlarla ortaya koymayı sürdürelim. Savaş Ay her projesinde, gündeme gelmeyi başarmış bir televizyon adamıdır. Onu, Büyü filminin galasındaki yangın ertesi, yüzüne isler sürülmüş, (dikkat 'sürülmüş,' diyorum çünkü galada değildi, olay yerine sonradan intikal etti) canhıraş 'son dakika' röportajları yaparken gördüğümde, "İşte mesleğinin zirvesinde bir adam!" dedim kendi kendime. Mesela daha evvel işlettiği 'dövüş kulübü'nde "Kadınlar dövülmelidir," diyen, 'baba fikirli' Levent Oran adında bir beyi, cemiyet hayatına kazandırarak acayiplik müptelalarının hayır duasını almış, aslında televizyonların çılgın temposuna ilk gazı verenlerden biri olmuştu. Bir ara kafasını sarıya boyayarak, her türlü ortama giren ve gündemimizi hakikaten meşgul eden bu Levent Oran'ı geçtiğimiz günlerde Üsküdar vapur iskelesinin oralardaki banklardan birinde, perişan halde, bir yerel televizyon kamerasına halini anlatırken gördüm. Hiç tanımadığım bir erkek olduğu halde, usulca sokulup, "Merhaba," dedim. Suratıma acayip acayip baktı...'
KÖŞE'Yİ DÖNÜP MARKA OLDU Ali Atıf Bir'in bir kaybeden olmadığı o kadar açık ki, bunu anlamak için ekstra bir çaba göstermek gerekmiyor. Kendi kendisini bir marka haline getirdi çoktan. Ciddi bir stratejinin ürünü olduğunu düşünüyorum. Bir dönem köşe yazarlığı yaparken öyle şeyler yazdı ki, ilgi çekmemesi, 'pazar payı'nı artırmaması mümkün değildi. Hiç unutamadığım bir köşe yazısında şöyle sesleniyordu halkımıza: "Bizim evde kadın pedi pazarını derinden etkileyecek çok ilginç şeyler oluyor. Orkid kulak verse çok iyi olur. Çisil aylardır 'Orkid yakıyor da yakıyor,' diye ter ter tepiniyor. Bir Libress alıyor, bir Evy Lady deniyor, en son Kotex'te karar kılmış. 'Niye Kotex?' dedim. 'Reklamlarında 'dünyanın en çok tutulan markası,' dedi, Orkid de ona itiraz etmedi,' şeklinde yanıt verdi. Sonra üşenmedi kalktı, gitti banyoya elinde üç farklı pedle döndü, pedleri masanın üstüne yaydı... Ve derse başladı: 'Üçüne de bak ne görüyorsun' 'Sana yol var.' 'Yüzeylerine bak, yüzeylerine...' 'E hepsi beyaz işte, ne bileyim ben yahu.' 'Yahu ellesene... Bak, doku farkını görmüyor musun? En yakmayanı bu işte.' Elledim ama yine de ne, neyi, nasıl yakar pek anlayamadım. Bana da en naylon olmayan doku Kotex'inki geldi. İdeal seçim ölçütü bu mudur onu bilemem. Ama kadın pedi pazarında algıların, beklentilerin değiştiği ortada." Kadın pedinin bile nabzını elinde tutan bir adam, nasıl 'kaybeden' olabilir ki? Ne yapsa takip etmemiz gereken bir kimsedir artık o.
DEKOLTE FARKI Şoray Uzun ise ayrı bir bey. O sevimli yüzüne bir türlü yakıştıramadığım 'ağır abi' havasıyla ortama ortalamayı getirmesi, arz etmesi, sunması bence programa ayrı bir ambiyans katıyor. Kaygısızlar dizisinden beri takipçisiyim. O jenerik müziğini unutmak mümkün mü? "Kaygısızlaaaaar / Pek tatsızlaaaar / Ne yapalım kader utansın / Aramızdalaaaaar..." Aslında şu acayiplikler aleminin en çekici yanı, kendini zeka makamına koyarak 'yükseklerden' bizlere seslenen detone göğüs dekolteleridir. Bu zeka makamının en istikrarlı ve tabii en pervasız ismi Hülya Avşar. Hiçbir şey yaratmadıysa böyle bir gelenek yaratmıştır. Bakın Seray Sever de, kendilerine 'kaybedenler kulübü' diyen Deniz Akkaya'ya cevabı anında nasıl yapıştırmıştı: "Aslında onu muhatap almak doğru değil. Ama beynine ve kalbine de estetik yaptırtırsa belki oraları da düzelir!" Buradan çıkardığımız sonuca göre gayet düz bir beyne sahip olan Seray Sever, ha keza mesai arkadaşları, aslında hiç de 'kaybedenler kulübü' değil. En iyisi onlara 'hokkabazlar kulübü' demek. Tavşanlara sabır ihsan eyle ya Rabbim. Amin...
Sami Tosun
|