Keklik ve yavruları kurtuldu mu?
Ege'nin en güzel mis kokan ormanları yandı ya.. Benim de ciğerim yandı... İki yıl önceydi. Bodrum'da yangın çıkınca atv'yi aramıştım. Canlı yayına bağlanıp gözyaşları içinde "Ormanları kurtarın!" demiştim. Bu kez diyemedim. Gözyaşları içinde ormanların yanışını seyrederken daha birkaç hafta önce oraları gezmiş görmüş, sizlerin de yeryüzü cenneti Göcek'e gitmeniz için bir dizi yazı hazırlamıştım. Şimdi o yazıda aklımda kalan bir keklik ve altı yavrusu... Onlar da yandıysa ben de yandım. Böcekler, çiçekler gibi... Daha dün gibi dolaştığım o yerler artık yok. Bu yazıyı yazarken "Gidin," dediğim Mazı'ya hiç gitmeyin. Kissebükü koylarını görmeyin. Hele Kaş'a hiç uğramayın. Daha dün gezdiğim yerlerden birkaç not efendim. Buyurun okuyun;
*** Didim'den yola çıktım, Bozburun'a doğru, karadan Mavi Yolculuk yaptım. Sonuç: Özellikle gençlere tavsiye ederim: Sırt çantanızı, çadırınızı alın o büyülü dünyaya yolculuk yapın! Bodrum'da sıkıldıysanız Mazı'ya gidin. Çam ormanlarının içinden geçerken dikkatli olun. Karşınıza her an domuz çıkabilir! Hele anne domuzsa ve çocuklarını karşıdan karşıya geçiriyorsa.... Yavrularını korumak için kendisini arabanın önü atar.
AKBÜK'E ÂŞIK OLDUM Bal kovanlarının aralarından inip Mazı'ya yönelince üç harika koyla karşılaşırsınız. Portakal bahçelerinin içinde basit, sade, ama çok temiz pansiyonlar var. Köylü kadınların işlettiği orta direk aileler için harika bir atmosfer. Hele çadırınız varsa neredeyse her şey bedava... Denizin neredeyse üzerindeki lokantalarda Orfoz buğulamayı tavsiye ederim. (Zeytinyağı, nane, kekik, sarımsak, soğan ve patatesle yapılıyor. Biraz da biber. Bir bardak su konuluyor ki ekmekle şamandıra yapılsın diye!..) Mazı'dan çıktık, ormanların içinden geçtik ve tepeden Akbük'e indik ki bir koya âşık oldum. Taş ve toprak yoldan koya indiğimde tam bir Robinson Cruzo adası sanki. Harika bir taş ev vardı. Öğrendim ki meslektaşım Ertuğrul Özkök'ün eviymiş. Eski bir yağhane (zeytinyağı fabrikası gibi bir şey!..) restore edilmiş ve harika bir ev olmuş. Yamacında ise benim sevgili arkadaşım caz sanatçısı Kerem Görsev'in evi... (Diyeceğim şu; o koya yol yapılması engellesinler. Bu doğa harikası bozulur. Dikkat!..) Bu harika koydan çıkıp ormanın o bozuk yollarında giderken önümde bir keklik ve yavruları yolun karşısına geçiyor. Belli ki o bir anne. Saydım. Tam altı tane keklik yavrusu annelerinin kanatları altında akşam gezintisine çıkmışlar. Anne keklik yavrularını karşı yola geçirirken bir yandan da bana bakıyordu. Bir ağaçta sincap, öteki ağaçlarda sürüyle çeşit çeşit kuşlar uçuşup duruyordu. Ağaçlarda ise sıkça uyarı levhası vardı: "Burada avlanmak yasak!"
SANKİ CENK KORAY! Marmaris'e girmeden Sedir Adası'nın karşısında (Kleopatra Adası) bir koyda sabahladım. 16 yıl yattığı hapisten çıkan eski bir mahkumla arkadaş oldum. Cinayetten girmiş. Hapishaneden çıkar çıkmaz bir küçük tekne almış, balıkçılık yapıyor. Asla küçük balık avlamıyor. Hep Orkinos'un peşinde. İnsanlara güveni yok ki bana balığı vermeden önce parasını peşin aldı. Hayat böyle... Bu koyda bir insanla tanıştım ve şoke oldum. O da beni uyardı: "Yalnız sen değilsin şoke olan". (Adam rahmetli Cenk Koray'ın aynısı. Olacak şey değil!..). Marmaris'ten Selimiye Köyü'ne. Oradan Türkiye'nin batıya açılan en uç noktası Bozburun'daki Taşlıca'ya kadar gittim. "İnanılmaz!" diyorum. Hele Taşlıca'daki Yakamoz Pansiyon'da gördüklerime inanamadım. Bir akşam yürüyüşünde Prof. Doğu Ergil hocaya rastladım. Viging modeli teknesiyle uğraşıyordu. Amerika'dan Pentagon'dan dostları gelmiş. Kimsenin haberi yok. Dönüş yolunda eski Datça'ya gittim. Can Yücel'in kahvesinde onu andım. O olmazsa bu köy terk edilmiş bir köy olacakmış. Can Baba bir köye hayat vermiş. Sağolsun! Bu dünya güzeli yerlerden kötü bir haber: Denizlerde sünger yok oldu... Şimdi ise yosun çoğalıyor, midye ve denizanası bollaşıyor. Bu denizi kirlettiğimizin kötü belgeseli...
|