Aaaaaaa!.. Öğretmenimizin çorabı ve ayakkabısının teki yok!
Bütün sınıf ayağa kalktık!.. Hele ön sırada ki kızlar çığlık bile attı. Dediler ki; "Aaaaaaaa!" Çığlık yerini şaşkın sözlere bıraktı: "Öğretmenim... Çorabınız düşmüş. Üstelik bir ayağınızda ayakkabı yok!" Biz öğrenciler şaşkın ve inanılmaz gözlerle bakarken her zaman çok ciddi olan bayan öğretmenimiz kürsüye oturdu. Önce çorabını düzeltti. Sonra da çantasını açtı, içinden çıkardığı ayakkabısını giydi. Sonra da gülümseyen yüzle konuştu: "Bugünkü dersimizin adı, 'Dikkati çekme' motivasyonuydu. Gördüm ki bu ders çok iyi anlaşıldı. Hadi bahçeye çıkın ve oynayın!"
KUYUYA ATILAN TAŞ! O gün felsefe ve sosyoloji öğretmenimiz Mukadder Hanım'ın bana öğrettiği bu ders, bugün nereden aklıma geldi biliyor musunuz? Şuradan efendim... Şu Bodrum Kalesi'nin zindanlarında ki, "Burada Tanrı yoktur," yazısından. Bakın anlatayım... Bodrum Müzesi eski müdürü Oğuz Alpözen, kalenin zindanlarına işkence gören bir insan maketi koymuş. Dikkati çeksin diye, personel Mehmet Özgenç'e mermer taşlara, "Burada Tanrı yazısını Latince (Indeu Deus Abest) yazdırmış. Sonuç harika!... Bodrum dünyanın yedinci harikasına sahip olmasına rağmen, dünyanın dikkatini çekemedi. Bir saçma yazı yüzünden tüm dikkatleri üzerine çekti. Şu anki durum şudur efendim; bir delinin attığı taşı 40 akıllı çıkaramıyor!.. Efendim!... 40 akıllıdan biri olarak, Bodrum Müze Müdürü sualtı arkeoloğu Yaşar Yıldız'a sordum. "Akşam tavla oynarken sana anlatırım," dedi.
TAVLA OYNAMANIN CEZASI Denizciler kahvesinde buluşunca seçkin dostum, "Şu tavla yüzünden başıma bak neler geldi?" dedi. Anlattı: "Eve geldim, 'Hocan seni kahvede bekliyor,' diye bir mesaj bırakılmış. Kahveye gittim hocamı arıyorum. Bir de baktım ki, Cumhuriyet başsavcısı gülerek beni bekliyor. Bana şaka yollu takılıyor, 'Ben senin hocanım,' diyor. Koskoca Cumhuriyet savcısını kıramazdım. Tavla oynadım. Ama o gün, kaymakam bey benim mesai saatleri içinde tavla oynadığımı görmüş. Bana kınama cezası yazmış, yollamış. Yönetmelikte 'tavla oynamak' diye bir suç olmadığı için 'Gürültü yapıyor, duvarlara yazı yazarak çevreyi kirletiyor,' maddesinden bana kınama cezası verdi. Sicili çok parlak olan biri olarak bu çok ağrıma gitti. Savunmamı yazdım dedim ki: Tavla aynen zina gibidir. İki kişi tarafından yapılır. Eğer tavla suç ise bu suçu Cumhuriyet savcısı ile işledim." Önümdeki tavlayı oynamadan kapatırken, "Zina yapmayalım müdür bey," dedim. Nasıl gülüyoruz ama... "Peki kaymakam bey, Cumhuriyet başsavcısına ne ceza verdi?" diye sordum. Cevap bürokrasinin anlatımıydı: "Koskoca kaymakam, koskoca savcıya ceza veremedi. Benim cezamı da kaldıramadı. Başbakan Ecevit'in affıyla bu suçtan kurtuldum, sicilim şimdi tertemiz." Konuyu değiştirdim... "Sevgili müdür," dedim; "70 milyonluk Türkiye reklam olsun diye taşa kazılan 'Burada Allah Yoktur' sözünü tartışıyor. Şu Bodrum'da kim varsa müzeye o yazıyı görmeye gidiyor. Ben mesleğe başladığım zaman Sirkeci'deki Sarsanyan Han'da böyle bir yazıdan bahsederlerdi. O yazı hiçbir zaman olmadı ki!" Efendim konuyu ciddileştirdik... "Türkiye, şu taşa sonradan kazılmış saçma bir yazı ile uğraşacağına dünyanın yedinci harikası Bodrum'da neler oluyor, onunla uğraşamaz mı?" dedim. Time dergisinin bile övgüyle yer verdiği Yaşar Müdür, başını önüne eğdi. "Dinle beni," dedi, "Bodrum'un altı, dünya hazinesi. Şu sanayi sitesi var ya... Oranın altında dünyanın en büyük stadyumu var. Biz bu tarihin üzerine beton döktük!" Bu kez ben güldüm. "Mars Tapınağı'nın üzerine otel yapıyorlar," dedim. Yaşar Müdür'ün sinir katsayısı arttı: "Mars Tapınağı'nı, birinci derecede SİT alanı ilan ettik. Baktık ki üçüncü dereceye inmiş. Sonra da 'Canım ne olacak?' demişler, 10 metre öteye oteli dikiyorlar. Her gün önünden geçerken yerlere atılan o 2 bin yıllık sütunları görünce içim sızlıyor, içim." Efendim! Bodrum Müzesi'ne gelin. Dünya harikasının izlerini görün. Dahası, Yaşar Müdür'ün elleriyle denizden çıkardığı ilk ticaret kayığını ve Karya prensesinin o harika altın takılarını görün. Sonra da kendinizi ve toplumu sorgulayın. Yani "Biraz ciddiyet lütfen!" deyin! MESAJ; Babamın en mutlu olduğu günü unutmam. Eve gelince annemin şaşkın bakışına hiç aldırmadan, "Hanım bugün bana sokakta, 'Sen Kazım Kanat'ın babası mısın?' diye sordular" dediği andır... Babamın o gün neden çok mutlu olduğunu anlamamıştım. Bugün ise anlıyorum. Çünkü bana ilk kez "Sen Mesut'un babası mısın?" dediler. Öyle mutlu oldum ki... Aynen babam gibi. Hayat ne garip! Babasızlığın acısını oğlumda dindiriyorum!..
|