|
|
Ayşe Kulin, Mağden'in duruşma saatlerini anlattı
Buna benzer bir şaşkınlığı bir kere daha yaşamıştım ben. 6-7 Eylül olayları, benim on iki yaşıma denk gelmişti. Akşam üstüne doğru, anneannemle birlikte Arnavutköy'den Maçka'ya dönmekteydik. Kendimizi birden ağzından nerdeyse salyalar akan, kudurmuş bir kalabalığın içinde bulduk. Avaz avaz bağırıyor ve önlerine çıkan her şeyi paramparça ediyorlardı. Yıllarca bu insanları neyin, nasıl bir şeyin bu denli kızdırmış, asırlarca birlikte yaşadıkları komşularının, mahalledaşlarının, hemşerilerinin mallarına ve canlarına zarar verecek derecede zıvanadan çıkarmış olduğunu anlayabilmeye çalışmıştım. Arkadaşım ve meslektaşım Perihan Maden'i, sevimsiz mahkeme koridorlarında yalnız bırakmamak adına, onunla birlikte Adliye'ye gittiğim 7 Haziran 2006 tarihi de kolay kolay silinemeyecek belleğimden. Çünkü ben, yarım asır önce yaşadığım 6/7 Eylül'ün, o dehşet gününün tohumlarının serpilişine, sulanışına, gübrelenişine nihayet o gün şahit oldum. İnsanlar nasıl azdırılır, nasıl baştan çıkartılır, düşünce mekanizmaları nasıl yok edilir ve 'öteki'nin üzerine nasıl saldırtılır, şimdi biliyorum artık. Gördüm, yaşadım, öğrendim. Gerçi çarşamba günü kimse bize saldırmadı, kimse bedenimize zarar vermedi. Ama eğer 25- 30 kişilik kalabalık, çelik zırhlı toplum polisleriyle çevrelenmemiş olsalardı, o gün orada bir buçuk saat boyunca hiç susmadan bağıran, hakaret ve küfür eden gür sesli kadının ve ona yandaşlık eden adamın kışkırtmaları sonucu, adliye koridorlarını dolduranlar, Perihan'ı ve yanındakileri parçalayabilirlerdi. Çünkü onları, gözü dönmüş Türk düşmanları zannetmeye başlamışlardı. Oysa gözü dönük düşmanlar bizlerdik... Bu vatanı en az onlar kadar çok seven yazarlar, gazeteciler, yayıncılardık. 6/7 Eylül olaylarında sopalarla evlere, dükkânlara ve insanlara saldıranların nasıl galeyana gelebilmiş oldukları, şimdi artık, bir bilinmez değil benim için. Biz Sultanahmet Adliyesi'ne saat 10 sularında girdik. Kapının önünde başı kalpaklı, göğüsleri İstiklâl Madalyalı bir kaç erkek ve birkaç hanım bekleşiyordu. Biz içeri girerken, hanımlardan biri, Perihan'a "Benim oğlum askerlik yaptı ve ben onunla çok iftihar ediyorum," diye bağırdı.
'YALAN SÖYLEMEYELİM' "Yazımı okumamış," dedi Perihan. İçimden, "Belki de okumuş, ama anlamamış," diye geçirdim, "senin ne yazdığını anlamak kolay değil çünkü!" Perihan söz konusu yazısında, Türk gençleri askerlik yapmasın, demiyordu. Sadece, ilkesel olarak kimseyi öldürmek istemeyebilecek birkaç kişi çıkarsa eğer, (çünkü askerlik icabında savaşmayı ve düşmanı öldürmeyi de gerektiren bir durumdur ve nitekim böyle bir kişi de varmış), bu kişiler doktor raporu alıp yalan söyleyeceklerine, gerçek nedenlerini söylesinler ve vatan borçlarını yine vatan için bir başka işte çalışarak ödesinler, diyordu. Ben de Perihan'a yalan söylenmemesi konusunda katılıyordum. Sürekli yalan söyleyen, kitabına uyduran bir topluma dönüşmüştük.. Orta ve liseyi bitiren öğrenciler son yıllarını rapor alarak dershanelerde geçiriyorlardı. Bu yalan raporları herkes biliyordu. Herkes her şeyi biliyor, ama bilmemezlikten geliyordu. Bence bir milletin ahlâk kaybı, toprak kaybı kadar vahim bir durumdu. Yukarı çıktık. Kapıdaki kalabalık çoğalarak peşimizden geldi. Ellerinde Türk bayrakları vardı. Biz bir köşede duruşma sıramızı beklemeye başladık. Birden " ŞEREFSİZLER" diye bir çığlık yükseldi. Bir kadın, gür ve tiz sesiyle avaz avaza bağırmaya başladı.. UŞAKLAR... SATILMIŞLAR... AMERİKAN UŞAKLARI... İSRAİL UŞAKLARI... PKK OROSPULARI ( Orospu kelimesini kullanmaması ikaz edilmiş olacak ki, bir iki sefer sonra bu sözü, CARİYE ile değiştirdi. APO'NUN CARİYELERİ... Sizi istemiyoruz. Defolun! Hepiniz Amerika'ya gidin! Satılmışlar! "
'UNUFAK ETMEYE MERAKLIYIZ' Birden gülmem tuttu. Amerikan antipatisi Irak savaşından beri, iyiden iyiye nefrete dönüşen Perihan'a ne yakıştırmaydı ama, Amerikan Uşaklığı!! Kalabalıktan biri, "Kim bu bağıran kadın" diye soracak oldu. Kadının sesini bir erkek sesi bastırdı. "O kim midir? O, bir şehit anasıdır!!!" Yabancı basın mensupları, bu şehit anasının niye bu kadar kızgın olduğunu soruyorlardı. Madem evlâdını kaybetmiş, Perihan'ı desteklemesi gerekmez miydi? Ayrıca Perihan'ın bir konuda fikrini beyân ettiği bir yazı yüzünden neden mahkemelik olduğunu da soruyorlardı. İçimden siz kendi saçmalıklarınıza bakın demek geçiyordu, size ne lan, biz sizin bildiğiniz milletlerden değiliz! Ama sakin sakin, hiç önemli bir şey yokmuş gibi yanıtlamaya çalışıyordum. Bir yandan da düşünüyordum. Bizler, biz Balkanlarda, Anadolu'da ve yakın doğuda yaşayan insanlar, kendimiz gibi düşünmediğine, tıpatıp kendimiz gibi olmadığına inandığımız kişileri yok etmeye, mahvetmeye, unufak etmeye neden bu kadar meraklıyız? Neden örneğin Sırplar sırf başka bir dinden oldukları için yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Boşnaklara kıydılar? Neden Yunanlılar'la bir türlü yaralarımızı saramıyoruz? Neden Ermeniler kendi katkılarının büyük olduğu bir faciayı unutmamakta bu kadar ısrarcı? Neden bir şehit anası, başka çocukların kanı akmasın diye çabalayacağına, ufacık tefecik bir kadın yazarı sırf bir gencin savaşmama hakkını koruduğu için, parçalamaya hazır? O kadın yüreğinin derininde barış, sevgi ve huzur istemez mi? Savaşmak yerine anlaşarak çözüm üretmek de mümkünken, niye kan dökmeyi tercih eder? Niye hiç tanımadığı insanlara en ağır hakaretleri yağdırır ve etrafındakileri şiddete davet eder? Benim şimdi de bir süre bu sorulara yanıt arayacağım belli oldu. Ben yanıtlarımı ararken, kanı fokur fokur kaynayan mantıksız ve duygusal vatandaşlarıma, şiddete çağrı yaparak, hakaret ve küfür ederek Türklüğe hizmet edemeyeceklerini hatırlatıyor, Tanrının onlara sağduyu, iyiniyet, insaf biraz da akıl bahşetmesini diliyorum. Ve Perihan'ın yazısını bir kere daha dikkatle okumalarını tavsiye ediyorum, onca bağrışmanın, haykırmanın, kışkırtmanın nasıl da gereksiz olduğunu görebilmeleri için.
|