|
|
Sırada Matisse var
Emekli olduktan sonra deneyimlerini Sakıp Sabancı Müzesi'nde sürdüren Nazan Ölçer, Picasso'nun ardından Rodin'in eserlerini de Türkiye'ye getirtmeyi başardı. Ufukta ise Matisse gözüküyor.
'Rodin'in ömrüne bir aşk sığmazdı ki...'
Yurtdışına çıkamayanlara, çıkıp da müzelere vakit ayırmayanlara, dünyanın en önemli eserlerini görme şansını tanıyan Nazan Ölçer, Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki Rodin sergisiyle bir kez daha hayranlık uyandırdı.
Picasso'nun ardından, Rodin gibi efsaneleşmiş bir sanatçının eserlerini de Türk sanatseverlerle buluşturan Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer, Türk İslam Eserleri Müzesi ve Topkapı Sarayı Müdürlükleri sırasında da adını müzecilik tarihimize altın harflerle yazdırmıştı.
- Merakınızı akıttığınız mecralar, araştırmacı kişiliğiniz, bilginin üstesinden gelme beceriniz, bütün bunlar tam olarak Türk usulü gelmiyor insana. Acaba diyorum, sahip olduğunuz farklı bir kültür mirasının da katkısı var mıdır, kişiliğinize ya da başarılarınıza? Azeri âlim bir babadan başlayabiliriz mesela... - Azerbaycan doğru, ama anne tarafından da İzmir kökenliyim. Bir tarafı Girit, bir tarafı Bosna... Osmanlının mirası bunlar. Çok farklı yerlerden gelen insanlarda geçmişin katmanlarının bıraktığı kriterler olabiliyor. Tıp ona genetik de diyor. O kriterlere sahip insanların yarattığı çevrede yetişen çocuklar da daha farklı büyüyor belki. Ama ben ayrıcalıklı olduğumu değil, şanslı olduğumu düşünüyorum.
'KİTAP KOKUSUNU ÇOK SEVERİM' - Size 'babasının kızı' diyebilir miyiz? - İyimserlik, inatçılık, yılmazlık, zorluklar karşısında pes etmemek ve araştırmacı olmak konusunda benziyorum hakikaten. Ama ben onun kadar önemli bir bilim insanı değilim. O çok kolay yazı yazardı mesela, ben yazı yazmayı çok sevmiyorum. Farklılıklarımız da var tabii.
- Kitaplarla, araştırmalarla dolu bir ortamda büyümenin riskleri yok mu? - Böyle bir evde büyümenin insanı yönlendirdiği bir kanal var oluyor, ama bahsettiğiniz gibi bir baba figürü bazen bir başka çocuk için çok da ağır bir miras olabilir. Onunla yarışabilir, onu aşmak için çalışabilir. Bunun bir ortasını bulmak bence en güzeli. Bazen öyle bir nefret eder ki çocuk o kitaplardan, araştırmalardan, çocukluğunun çalındığını da düşünebilir.
- Belli ki sizde ters tepmemiş, o yolun yolcusu olmuşsunuz... - Ben kitap kokusunu çok severim. Kitapsız bir ev düşünemem, sadece mesleğimin değil, şiir ve edebiyat kitaplarını da çok severim. Çocukluktan beri, şairlerin, yazarların olduğu bir ortam bana her zaman ilginç gelmiştir. Çünkü zorlukla öğrenebileceğiniz pek çok şey kucağınıza gelir.
'ORTAYI BULMAK EN GÜZELİ' - Müzecilik, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir etki de yaratabilir zaman zaman. Oysa sizin son derece yaşayan taraflarınızın olduğunu hep duyarız. Davetlerin neşeli, aranan insanıymışsınız... - Müzecilik, tutuculuk ister, ama iyi anlamda. Eskinin değerlerine sıkı sıkıya bağlanmışken çağdaş dünyayı yakalayıp, arasında bir köprü kurduğunuzda o kadar da sevimsiz bir şey değildir doğrusu. Geçmiş yüzyıllarda bu mesleğin kurucuları, büyük insanları, araştırmacıları olmuş ve bir nevi seçkinler kulübü gibiymiş. Günümüzde böyle değil. Ben yaşamasını seven bir insanım ve müzeciliğin de öyle tepeden bakan, soğuk ve ulaşılmaz, üst sınıfa mensup insanlara ait bir iş olduğunu hissetmiyor, hissettirmediğimi düşünüyorum.
- Avrupa müzelerinden gelen malzemeyle açılan ilk sergilerde hep sizin parmağınız var. Dış dünyadan bu güveni nasıl sağladığınızı düşünüyorsunuz? - İnsani ilişkiler çok önemli. Dünyada müzeciler çok da geniş bir camia değil üstelik. Ben Münih Üniversitesinin iyi bir döneminde (1960'lar) öğrencilik yaptım. O tarihten itibaren uluslararası pek çok müzecilik platformunda bir Türk olarak yer aldım. Bana 'İlk defa bir Türkün gelip de toplantılara eksiksiz katıldığını, tartıştığını gördük. Genelde ilk gün görülür, kokteylde görülür, bir daha da görmeyiz,' demişlerdi. İşinizi iyi yaparsanız genişler çevreniz. Ama kendimi asla dev aynasında görmem. Ben herkesin yapması gerekeni yaptım.
ŞEBNEM İYİNAM
|