|
|
Ölümünden bir yıl sonra Vüs'at O. Bener
Vüs'at O. Bener'i yitireli bir yıl olmuş. Kişiliğine yakışır biçimde, gösterişsiz, yalın bir biçimde anıldı. Okuduğum ilk satırından bu yana beni hiç hayal kırıklığına uğratmamış bir yazardı o. Dost'un yayımlanışını hatırlıyorum. Yepyeni, ama usta mı usta bir yazarın kaleminden çıkmış, abartılmamış hüzünlerle örülü sıcacık bir kitaptı. (Yayınevi yöneticiliğim sırasında, yayımlamak istediğim ilk kitaplardan biriydi Onat Kutlar'ın İshak'ıyla birlikte. Baskısı çoktan tükenmişti. Yıllardır ortalarda yoktu. Bener'e yazıp yeni baskısını yapmayı önerdim. "Peki," dediğinde duyduğum sevinci unutamam.) İkinci kitabı Yaşamasız da Dost'un çizgisindeydi. Sonra uzun süre soluğu çıkmadı Bener'in. Yazmadı. Ya da yayımlamadı. Ihlamur Ağacı oyunu dışında. Derken bir oyun daha: İpin Ucu. Bunları yine yıllar sonra Buzul Çağının Virüsü romanı izledi. Neyse, onun arkasından kendini çok özletmeden yeni yeni kitaplar çıkardı: Siyah- Beyaz, Mızıkalı Yürüyüş, Kara Tren, Bay Muammer Sahtegi'nin Notları... Araya bir de Manzumeler adlı şiir kitabı sıkıştırdı.
*** Sözgelimi, bir Orhan Kemal gibi kolay ulaşılan bir yazar değildi Bener. Anlatımın sınırlarını keşfe çıkmıştı sanki. Anlatacaklarını şiirsellikle, özgün imgelerle dile getirmeye çalışıyordu. Bunu söz oyunlarıyla değil, yalın bir dille başarıyordu. Konuşur gibi... Ne diyordu Bilge Karasu: "Bu 'konuşur gibi' yazılmış metin, ancak okunduğunda, bir şekil sürekliliği ile birlikte bir de anlam sürekliliği kazanır." Bener hep gerçeğin peşindeydi. Onu görünürde değil, insanın derinliklerinde aradı. Bu arayışını temelde klasik öykü kalıplarını koruyarak, ama ona 'yenilikler' katarak gerçekleştirdi.
*** Vüs'at O. Bener'den okuduğum son kitap, onun da son kitabı olan Kapan'dı. Bir solukta okunacak (81 sayfa) 21 kısa öyküden oluşuyordu. Bir yaşamdan çizgilerdi bunlar. Alışılmış öykü çerçevesinin içinde yer almıyordu belki. Ama hepsi düpedüz öyküydü. Nice yazar, ikişer üçer sayfalık bu 'anlatı'ların her birinden sayfalar dolusu destanlar yaratırdı. Ama Bener, alıştığımız ekonomisi, seçiciliği, yalınlığı içindeydi hep... Laf ebeliği denen illete öylesine yabancıydı ki. Bu yüzden etkiliydi, vurucuydu.
*** Bener'in bütün yapıtlarında olduğu gibi, Kapan'da da mutsuzluk, umutsuzluk akıp gidiyordu: "Kölesi olmayı hiç istemediğim her türlü dayatmaya karşıyken nasıl oluyor da hep olumsuzluk mutsuzluğunu duyuyorum içimde." "Susayım en iyisi. Uyumaktan başka çarem yok. Uyandığımda o acılara katlanmayı sürdüreceğim yaşadıkça." "Aklı başında birinin yapacağı en akıllıca iş, anlamsızlığa sürüklenen kafayı uyuşturmak değil mi?" "Çıkmazdan çıkmaza sürüklenmekten başka kaçış yolu görünmüyor."
*** Kitaplarını Türkçe'ye çevirdiğim Edita Morris'e bir gün dili neden isteyerek bozduğunu sormuştum. Vietnam'a Sevgiler bir Japon'un, Nasıl mısın, İyi misin? bir Jamaikalı'nın ağzından bozuk İngilizceyle yazılmıştı. Edita, "Romanlarımda birtakım acı gerçekleri anlatmaya çalışıyorum," demişti, "Onları böyle doğal-komik bir biçimde aktarırsam o acıyı daha vurucu bir biçimde ortaya çıkardığıma inanıyorum." Kapan'ı okurken Edita'nın sözleri gelmişti aklıma. Bener, kitaba adını veren öyküsünün bir yerinde "... duygu, acınası zavallı," diyordu. "Yenilmeye layık! Deşmeyegör, altı korkunç yüzsüz." Oysa bütün öyküler duygu yüklüydü. Sözgelimi, babasıyla annesinin ölümlerini anlattığı Ya Herru Ya Merru ile Uyumak. Bunları 'acınası zavallı' kılmayan, Bener'in ustalığıydı. Ölümü değil, olağan, sıradan bir şeyi anlatıyordu sanki. Trajediyi gündelik bir olaya dönüştürüyordu. Bu da Edita Morris'in bir başka biçimde başardığı gibi, acıyı yoğunlaştırıyordu. Bener'in ölümünden bir yıl sonra, geçen hafta Kapan'ı bir daha okudum. Her sayfasında yüreğim burkularak. Yukarıda hep "öykü" dedim ya, galiba değil. Şiir bunlar. Acının, mutsuzluğun, umutsuzluğun şiiri.
|