Şili kimin ceketinin parçasıydı?
İnsanlarının düz yer özleminden dolayı, terasların denize birer basamak gibi uzandığı Trabzon'un, en ünlü terzilerindendi Tuncay Bey... Dükkânının rafları aldığı siparişlerin kumaşlarıyla doluydu. Genç adam modayı takip eden, yenilikçi biri olduğu için onun diktiği bir elbiseye sahip olmak isteyenler araya hatırı sayılan insanları koyardı: "Şu bizim komşunun mantosunu bir zahmet sıkıştırıver araya!.." Kedilerin pençelerinin balık koktuğu bu kentte, bir gün, 17 yaşında bir genç kız girer, Terzi Tuncay'ın dükkânından içeri. Yanında annesi, elinde ise bordo renkli bir kumaş vardır. Kendisine bir ceket dikmesini ister genç terziden. Aşk tanrısı Eros'un attığı ok Tuncay Bey'in kalbini delmeden önce, içeri giren genç kızın güzelliği karşısında, tuttuğu iğne eline batmıştır çoktan! Terzi Tuncay, genç kızı provaya çağırmaya başlar. Hem de yalandan yere ve kaç kere!?.. Hatta bir seferinde şu türküyü bile mırıldanır, hafiften: "Sen yağmur ol, ben bulut / Maçka'da buluşalım." Ölçü iyice alınmıştır!.. Bordo renkli ceket tamamlanır sonunda. Üç tane düğmesi vardır, bordo ceketin... İşte ben, ortanca düğmesiyim!!!
İLK OYUNCAKLAR Babamın terzi dükkânı her zaman büyülemiştir beni. İlk oyuncaklarım babamın iğneleri, makasları, kumaş parçalarıydı. Babam elbiseleri keser biçerdi; bense hayalleri. Kocaman bir makası vardı babamın. Kimi oyunlarda o makası açar uçak yapardım, kimi oyunlarda timsah... Terzinin kestiklerinden arta kalan kumaş parçalarına 'bayrak' denildiğini ve onlardan da kasket yapıldığını çocukluğumdan beri bilirim. 'Orta Atlas'taki ülkeleri kumaş parçalarının üstüne çizer ve keserdim; Norveç, İtalya, Kenya, Arjantin... Babam kumaşlardan insan bedeni çıkarırdı; ben dünya ülkelerini. Bir terzinin oğlu olmaktan her zaman gurur duydum. Babam sihirbaz gibi bir adamdı. Sadece elbiselerde değil, binalarda, yollarda bile bir eğrilik varsa hemen görür, "Bak oğlum, şurası yanlış yapılmış," diye bana da gösterirdi. Bu yüzden, hayatım boyunca babam, bir cetvel olarak görünmüştür gözüme. Doğruluktan hiç sapmayan, hayat denilen kumaşı hep düzgün kesen bir baba!.. Bir okul dönüşü, babamın dükkânının sokağa bakan vitrininde, içinde rengârenk sular olan cam kavanozlar gördüm. Çok şaşırmış ve bir o kadar da mutlu olmuştum. Babam kolonya şişeleri de doldurmaya başlamıştı!.. Çekmecelerinde her renkten kolonya kapakları da vardı!.. Bunlar benim yeni oyuncaklarımdı. Evdeki mandal askerlerimin başlarına koymak için az çalmamıştım o kolonya kapaklarından... Oysa, Trabzon giderek değişiyordu. Hazır giyim mağazaları birbiri ardına çoğalıyor, işleri azalan babam açığı kolonya doldurarak kapamaya çalışıyordu! Terzi Tuncay cesur adamdır; önce manifatura ardından da konfeksiyon mağazası açar, hayatın arkasına düşmez. Trabzon sokaklarında horona girer gibi omuz omuza veren konfeksiyon mağazalarının vitrinlerindeki mankenlerden geceleri çok korkardım. Misafirlik ya da sinemadan dönerken onlara bakamaz, babamın kumaş kokan ellerine sığınır, terzi dükkânını özlerdim.
HEDİYELER İSTANBUL'DAN Babamın iş hayatındaki değişikliğin en güzel yanı, yılda en az iki kez mal almak için İstanbul'a gitmesiydi. Eve dönüşü harika olurdu babamın. Ayakkabılarını bile çıkarmadan, kapı eşiğinde bavulunu açar, ağabeyime ve bana aldığı oyuncakları hemen, oracıkta verirdi. Acelesi neydi babamın... Yol boyunca hayal ettiği sevincimizi bir an önce görmek mi istiyordu? İstanbul'dan getirdiği pilli, ışıklı oyuncaklar güzeldi ama ben, kestiği kumaşlardan yere düşen parçaları ülke yaparken daha mutluydum. 24 Şubat Kitapevi'nden bir gün harika bir kitap almıştım, adı Kahraman Terzi olan!.. Onu okula götürüyor, ders kitaplarımla beraber çantadan çıkarıyor ve sıranın üstüne koyuyordum, arkadaşlarım görsün diye... Evet, itiraf ediyorum; hayatımda bir kitabı yırttım! Neden mi?.. Bunun yanıtını şu dizelerimle veriyorum: Sayfalarını yırttım Yüz Ünlü Türk adlı kitabın terzi dükkânındaki resmine içinde rastlamayınca kılıcı dikiş iğnesi kalkanı yüksük olan babamın İlkokul birinci sınıfta okuyan çocuk, okuldan çıkar çıkmaz çırak olarak çalıştığı dükkâna gidiyor, yerleri siliyor, ustasına çay dolduruyordu... Gece geç dönüyordu evine. Avluya açılan kapı bir şato kapısından farksızdı. Çocuk, ayak parmaklarının ucuna kalkıp mandala uzansa da, dilini aşağıya çekecek güç, cılız kollarında yoktu...
GEÇMİŞE YOLCULUK Yorgun çırak kapının eşiğine oturuyor ve sokaktan kendisine yardım edecek bir gece bekçisinin ya da sarhoşun geçmesini bekliyordu... Zaman makinesi icat edilse ve bana tarihte yalnızca bir güne gitme hakkı verilse hiç düşünmeden o çocuğun önünden geçmek isterdim. Beni görünce sevinecek ve şunları söyleyecektir: "Abi, ben terzi çırağıyım. Ustam işten geç bıraktı... Gücüm yetmiyor, şu kapının mandalını açsana!.." "Gülümserdim... Saçlarını okşardım," diyeceğim ama başında mutlaka 5 numara tıraş vardır!.. Açardım kapıyı... O da "Sağ ol abi," der ve yorgun bedeniyle avlunun karanlığında kaybolurdu gözden. Ben de derdim ki: "Sen sağ ol baba!.. Hayatta bana açtığın tüm kapılar için asıl sen sağ ol!" Hepinizin babanızın birer kahraman olduğunu biliyor ve buna yürekten inanıyorum. Babalar Günü'nüz kutlu olsun.
|