Selimiye'de kutlama
Geçen pazar, Atatürk'ün doğumunun 125'inci yıldönümü münasebetiyle Birinci Ordu Komutanlığı'nın hazırladığı, Selimiye Kışlası'nın tanıtım gününe katıldık. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ve eşi, kalabalığa rağmen çok nazik ev sahipleri olarak hepimizle ilgilendi. Selimiye Kışlası 1800'lerde 3. Selim tarafından Nizam- ı Cedid askerlerinin konuşlandırılması için inşa ettirilmiş. Dikdörtgen şeklinde, her köşesinde bir kulesi var. 3 bin penceresi, 228 büyük odası olan bir yer. I. Dünya Savaşı'nın ardından önce İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından, işgal üzerine de İtalyan işgal kuvvetlerince kullanılmış. İngilizler, Kırım Harbi sırasında 14 hemşire ve 24 rahibeden oluşan gönüllü bir sağlık ekibi göndermişler ve bu grup Selimiye'ye yerleştirilmiş. Başına modern hemşireliğin kurucusu olarak ünlenen Florence Nightingale getirilmiş. Altı ay içinde 5 bin kişinin tedavi olduğu söylenir. Farklı hizmetlerden sonra 1959 yılında, okul olacak şekilde restore edilip onarılmış sonra lağvedilmiş. Kışla halen Birinci Ordu Karargâhı olarak kullanılıyor.
TANITIM Üç bin kişi civarında davetiye yollandığını duyduğum için protokol ve resmiyet koşullarından dolayı törenin biraz ağır olacağından korkmuştum. Doğrusu hiç de öyle olmadı. Önce heykellerden oluşturulan ve bir savaş meydanını anlatan ortamda çeşitli harp ve cephelerden kesitler gördük. Florence Nightingale Müzesi'nde o devirden kalma antik aynalar, dolaplar içinde eskiden kullanılmış orijinal hastane aletleri ve yine heykellerle canlandırılmış yaralılara bakım sahneleri izledik. O döneme ait resimler, mektuplar, yazılar derken ordu tanıtım sergisini gördük. Sonunda da ağaçların altında denize ve Topkapı Sarayı'na karşı yemek yedik. Hiçbir uzun konuşma ve övünme yoktu. Akışı çok sade ve süratli oldu.
KONSER Bando konseri için açık havada ağaçların altında püfür püfür esen yerler hazırlamışlar. İçimden "Eyvah eski usul bando ise 12 eser çalacaklar, yandık," diye geçirdim ama bitmesini istemediğim bir bölüm oldu. Bando Çavuş Haluk Evren bir başladı söylemeye... Alt tarafı hepsi nefesli sazlar, bir davul ve zil. Ama Albay Nedim Köse yönetiminde başka bir şeyler oldu. Solistimiz de sanki Pavarotti'nin Türkiye'de doğmuş hali, Türk müziğini tavrı ve beden diliyle söyleyen biri... Ben de onunla avaz avaz her şarkıyı söyledim, sonra da avuçlarım kızarıncaya kadar alkışladım. TRT Gençlik Korosu'yla birlikte hem marşları söyleyip hem de elimizdeki bayrakları dalgalandırdık. Mehteranın gelişi ve yerlerini alışı o kadar görkemliydi ki ayaklara fırlayıp alkışladık. En son Ferhat Göçer ve Metropol Orkestrası'ndan 'Anadolu aryaları' bölümünü dinledik. O da her zamankinden daha muhteşemdi. Belki 125'inci yılda Atamızın huzurunda gibi özenli ve heyecanlıydı. Ferhat Göçer'in hedefi Türk müziğini, aldığı klasik eğitimle birleştirip dünyaya tanıtmakmış. Bizler de arkasındayız ve 'İyi şanslar' diliyoruz. Saat 11.00'den 16.00'ya kadar süren ve sıhhat koşullarımdan dolayı önce korktuğum bir etkinlikte, kimse uzun bir konuşma yapmadı. Ayrıca kimse duygusal bir zorlama yapmadığı halde hepimiz çok heyecanlandık. Kısacası çok coştuk ve keyifli bir zaman geçirdik.
ULU ÖNDER Atatürk'ün resimlerine baktım da; insan askeri bir deha olabilir, süper bir devlet adımı olabilir. Ama aynı zamanda bu kadar yakışıklı, bu kadar şık, bu kadar zarif nasıl olabilir? Sanki kendi filmini çeviren starların starı bir aktör gibi. Gruptan biri "Bu sevimsiz kadınla nasıl evlenmiş," dedi şakadan. "Sen galiba esas yüzünü okumadın," diye üstüne yürüdü hanımlar. "E, ne var canım, yedi-sekiz dil bildiğini, feminist olduğundan etkilendiğini biliyoruz," deyince, "İpek Çalışlar'dan biyografisini oku da gör, ne kadar hoş ve ince biri..." diye sinirlenince anladım ki hepsi okuyup etkilenmiş son yazılanlardan.
|