'Telefon buzdolabından çıktı'
Alzheimer olma korkunuz var mı? Benim var. Geçenlerde bir akşam, yemeği erken yedik. Tam bitmişken telefon çaldı. "Nerede kaldınız? Masada sizi bekliyoruz." Karı-koca, ikimiz de yemeğe davetli olduğumuzu unutmuşuz. Allah'tan yakın oturdukları için koşa, koşa gittik. Tabii ikinci kez yedik. O sırada çok az yiyebiliyordum. Benim için çok zor oldu. Üzerinden çok zaman geçti, depremden sonra asker eşlerine moral olsun diye Yalova'ya gittik. Tam arkadaşım Monik'le arabaya bindik ki telefon çaldı. "Karıcığım kendin gidiyorsun anladım da evin telefonunu niye aldın?" Elimdeki ahizeye baktım, telsiz ama kocaman bir şey... Son telefon konuşmasından sonra evin normal telefonunu da atmışım çantamın içine. "Şey... ne diyeyim... Gezmeye götüreyim demiştim.." gibi bir şeyler geveledim. Bu telsiz telefonlarla epey uzaktan konuşma imkanı var. Neyse yakındaydık, dönüp bıraktık. Tedaviden sonra kulağım iyi duymadığı için aklıma gelirse cep telefonu elimde dolaşıyorum evde. Bir gün arıyorum arıyorum yok! Aklıma gelen her yere baktım bulamadım. Ev telefonuyla çaldırdım, koltuk yastıklarının altında değil, arabada da düşmemiş, çantalarda da yok. İki gün sonra nereden çıktığını söylersem inanmayacaksınız. Buzdolabının sebze çekmecesinde... İyi ki derin dondurucuya koymamışım.
'ARABA NEREDE?' Neyse ki arkadaşlarla konuşurken birbirinden şirin unutma hikâyeleriyle avunuyor insan, "Yalnız ben değilmişim,'' diye seviniyor. Hele mutfağa gidip "Ben şimdi buraya niye geldim?" duygusu, yaşanan ortak bir durum anlaşılan. Ama en güzeli bir arkadaşımızın hikâyesi... Arkadaşımız o gün yapılacak işlerin hiçbirini aksatmamak için detaylı bir liste yapmış. Uyduruyorum örneğin; bankadan para çekilecek, temizlemeye kravat verilecek, manava göndermesi için liste bırakılacak vesaire... Anlaşılan çarşıya yakın bir yerde oturuyor. Bunların hepsini yapmış. Sıra en son maddeye gelmiş. Arabaya benzin... İstasyona gelip her zaman almaya alıştığı kişiyi bulmuş. "Full yap," demiş. Benzinci etrafa bakınıp "Ablacığım tamam da araba nerede?" deyince her şeyi güzelce not edip arabasını almayı unutan arkadaşımız elinde liste öylece kalakalmış.
KARNAVAL ZAMANI Haftasonu Galatasaray Lisesi'ndeki dört beş anaokulunun hazırladığı karnaval gösterisini seyretmeye gittik. Torunumuz iki buçuk yaşında ve yunus balığı olmayı seçmişti. Kimi Kızılderili, kimi kelebek, kimi Mısırlı firavun, kimi armut, kimi korsan, iki-üç yaşla, beş yaş arası 100'e yakın çocuk önümüzden resmi-geçit yaparak sahneye çıktı. Tabii ki ben yine şapka, gözlük ve eşofmanla pek de tanınmayacak bir haldeyim. Gene de fark edip konuşan, öpenler oldu. Biri de "Hayrola Filiz Hanım, aktivitelere katılmak için mi geldiniz?" deyince "Evet, Etiler Ana Okulu'nda okuyorum, uğur böceği olarak katılacağım," dememek için zor tuttum kendimi. "Torunumuzu seyretmeye geldik," dedim. Evvelki akşam ise mide ilacımı almayı unutmuşum. Ortaköy'de bakkal tipi bir yere yanaşıp arabanın penceresinden küçük bir şişe su istediğimi söyledim. Yağmura aldırmayan genç adam dışarı çıkıp şişeyi uzatırken "Biz bütün aile sizin için dua ettik. Sizi böyle görmek çok güzel. Suyun parasına almasam?" diye mahcup bir şekilde ısrar etti. Tabii ki kabul etmedim. Böyle zamanlarda "Bir başkadır benim memleketim" diye keyifleniyor insan.
|