Her şeye boş veriyoruz
Ne kadar çok kullanıyoruz bu lafı "Boş ver!". Ona boş ver, buna boş ver. Neye "Dolu vereceğiz?" İyi ki Atatürk boş vermemiş de bugünlere gelmişiz. Bazı değerler için mücadele etmenin önünü kesen bir laf. Trafikte sinirlenip yumruk yumruğa girişenler, maçlarda birbirinin boğazını sıkanlardan önemli bir ülke sorununda "Tık" yok. Önemli olan anlık öfkeler, namus, tutulan futbol takımları... Gerisi boş ver... Okullarda yaşanan şiddete bakar mısınız? Nereye gidiyoruz? Önceliklerimize ne oldu? Bütün programlarda herkes göbek atıyor. Gerisi? Boş ver... Eğlence sektörü de olacak tabii. Ama özentimiz sadece giyinip kuşanıp gezmek olmamalı. Keşke refah düzeyinin yükselmiş olmasının işareti olsa da pek çok insanımız o sektörde iş bulsa, İstanbul Ortadoğu'nun eğlence merkezi hatta her bakımdan cazibe merkezi olsa!.. Ama bazı insanlar var ki "Yalnız ben varım" demiyor. Bursa'da Ali Osman Sönmez'in bağışladığı bir onkoloji hastanesi var. O kadar çok hastaya yetmeyince birçok kişi otobüs garında banklarda geceleyip sabah tedaviye geliyormuş. Bunu gören Ümran Sönmez (gelini) o hastaneye ilave olarak Uludağ yolunda bir bölüm daha yaptırıp devlete bağışlamış. Bugün biz de açılışına gidiyoruz. Keşke başka varlıklı insanlar da daha farklı bir şey; imkanı olmayan hemşerileri için barınacak, tedavi olacak umut evleri yaptırsalar da, biz de açılışlarına gidip alkışlasak. Boş vermeyen insanlar da var inanın. 'Boş ver'in arkasından en çok tedirgin eden söz "İdare et abi". Her şeyi idare etmek ve eksiklikleri sineye çekmek zorundayız. Batılı toplumlarda belirli bir standardın altında hiçbir şeyi kabul etmiyor insanlar. Biz de az para ödemek istiyoruz, işin uzmanını aramıyoruz böylelikle herkes birbirini idare ediyor. Üçüncüsü; bir hizmet karşılığı "Borcum ne kadar?" deyince boynu bükük biri "Sen ne münasip görürsen" diyor. "Yani ben niye münasip göreyim?" diyor insan içinden kızarak. Her işin karşılığı net bir ücret olmalı; ne aşağısı ne yukarısı. Zaten sonunda beklentisinin altında bir şey söylerseniz sinirlenip "Yok olmaz sen de amma yaptın!" falan gibi laflar duyuyor insan. Niye baştan belli değil de böyle cilveleşiyoruz bilmiyorum. Yabancı arkadaşlarım vardı ülkesine döndü. Hem çok şaşırıyor hem de çok eğlendirici buluyorlardı. Belki düzelmesini istediğimiz şeyler medeniyet işaretleri olsa da bir katılık taşıdığı için çarpıklıklara rağmen "çok insani sıcaklık yaşadık burada" diye diye gittiler. Gene de pek anlamış değilim.
DENİZ VE MARTI Pazar öğlen Bebek'te deniz kenarında yürüyelim dedik. Gökyüzünde pırıl pırıl bir güneş, yeryüzünde ise müthiş bir ayaz vardı. Ona rağmen pusetlerinin içinde görünmeyen bir sürü bebek ve ne kadar yabancı varsa oradaydı. Soğuktan ve kalabalıktan kendimizi Bebek Oteli'nin terasına attık. Hani "Uçan kuşlar, martılar güzel bahar, sevdalılar"... Yok "Deniz ve martı sordular seni" şarkıları vardır ya... Romantizm falan kalmamış. Kuşlar mutasyona uğramış. Nerede o masumiyetin, aşkın, romantikliğin sembolü kuşlar? Bir martı kondu yüksek duvara. O zarif yaratıklarla hiçbir ilgisi yok. Tosuncuk olmuş kuzu kadar bir şey. Konduğu yerden aşağıda bir şeyler atıştıran yabancı konuklara yiyecek gibi bakıyor. Bunlar eskiden balık yerdi şimdi et obur olmuşlar. "Akbaba gibi; yer mi yer!" diyor insan. Ya o yem atınca havalanıp sonra çekingen bir şekilde etrafta dolaşan güvercinlere ne demeli? Gene aynı masaya davetsiz geldi iki tanesi. Kovuyorlar umurlarında bile değil. İlk önce her şeyin tadına baktılar sonra da saç saça kavga etmekten biraları döktüler, tabakları yere düşürdüler, şaştım kaldım.
|