|
|
|
|
|
|
Tarihin içinde balık lokantası
Cankurtaran'da açılan Sur Balık Lokantası, Boğaz'da balık yemekten sıkılanlar için... 2 bin yıllık surların yanındaki mekânın meze ve tatlıları çok lezzetli...
Cankurtaran'da balık keyfi
Sur Balık Lokantası, Boğaz'da deniz ürünleri yemekten sıkılanlar için farklı bir adres.
İstanbul'da balık yemeğe gidileceği zaman, çoğu kişinin aklına genellikle Boğaziçi'nin geldiğini tahmin ediyorum. Nitekim kentin balık lokantalarının yüzde 80'i Galata Köprüsü'nden Anadolu ve Rumeli Fenerlerine kadar uzanan sahil şeridinde yer alıyor. Son yıllarda Bostancı-Maltepe kıyılarında açılan, büyük ilgi gören yeni tip balık lokantaları ya da Bakırköy-Florya hattındaki birkaç mekân bir yana bırakılırsa, bu genel kuralın geçerliğini sürdürdüğünü söyleyebilirim. Geçenlerde bir dostum ısrarla Sur Balık adlı oldukça yeni bir deniz ürünleri lokantasına gidip özel mezelerini tatmamı önerdi. Önerinin içtenliği kadar, yerinin alışıldık Boğaz güzergâhı üzerinde olmayışı bana etkileyici geldi ve bu hafta bu lokantaya gidip, izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya karar verdim.
GÜRÜLTÜ VAR Geçtiğimiz yıl bugünlerde, Boğaz'ın önde gelen balık restoranlarından Park Fora'nın şefleri farklı bir yerde, farklı bir balık lokantası açmak için kolları sıvarmış. Boğaz'ı terk edip Marmara kıyısında, Cankurtaran'da hayal ettikleri gibi bir yer bulmuşlar. Burası Eminönü'nden Bakırköy yönüde giderken, Kalyon Otel'i geçer geçmez, Bizans deniz surlarına bitişik bir mekân. Üst kat kapalı, ön yüzeyi cam bir salon. Altta kapalı salonun girintisinde yağmurdan korunmuş önü açık kısım ile buna bağlı geniş bir bahçe bölümü var. Bahçede otururken, günün her saatinde yoğun trafiği olan sahil yolunun sadece gürültüsü duyuluyor. Cadde görülmüyor ve yemek Marmara Denizi'nin yoğun maviliği eşliğinde yeniyor. Farklı bir yerde farklı bir mönüyle müşterilerin ilgisini çekebileceklerini düşünmüş olmalılar; zira Sur Balık Lokantası'nın ilginç spesiyaliteleri var. Özel yemekler öncelikle soğuk mezelerde görülüyor. Balık pastırması bunlardan ilki. Bundan yaklaşık beş yıl önce İstanbul'un belli başlı restoranları, balık pastırması yapma yarışına girmişti. Malzeme olarak Akya balığını kullanıyorlardı. Çok yağsız ve çok iri bir balık olan Akya'nın eti, pastırma için kurutulmaya uygun. Ancak burada sorun, balığı dayanıklı hale getirmek için gerekli tuzun miktarını doğru ayarlamak. Ardından çöven otu ile kaplanan balık pastırması, insanda açık renkli ve nispeten yumuşak bir pastırma yiyormuş hissi uyandırıyor. Sur Balık'ın balık pastırması epeydir restoranlarda görülmeyen bu mezeyi tekrar hatırlattı ve hoş bir sürpriz oluşturdu. Bir başka özel soğuk meze çeşidi ise soya soslu uskumru filetosu. Klasik mezelere düşkün balık severlerin soya sosu ile uskumru balığını bir arada gördüklerinde tüyleri diken diken olsa da, önyargılarını yenip bu ilginç mezeyi tadacak olurlarsa, fikirlerini değiştireceklerine inanıyorum. Deniz ürünleri ile hazırlanmış pazı dolması ve marine levrek de yeni tip balık lokantalarının epeydir mönülerinde bulundurdukları özel mezelerden. Ara sıcaklar arasında ilk örnek gerçekten şimdiye dek hiç tatmamış olduğum bir mezeydi: Deniz ürünlerinden yapılmış bir Adana kebabı. Lütfen Adanalı kebap meraklıları hemen tepki göstermesin. Tabii ki Adana kebabının düzeyine ulaşan bir yemek değil bu. Ama yine de hayal gücü gelişmiş bir aşçının, elindeki farklı malzemelerle değişik arayışlar içine girdiğinde yapabileceklerini göstermesi açısından ilginç. Hangi deniz ürünleri olduğunu anlayamadığım biçimde kıyılmış, şişten dökülmemesi için yine çıkaramadığım bir bağlayıcı malzemeyle karıştırılmış, sonra tıpkı Adana kebabı gibi ızgarada pişirilip getirilmiş bir 'kebap' idi bu. Lezzeti de hiç fena değildi. Ah bir de pul biberi bu kadar fazlaya kaçırmasalardı... Oldukça biberli yiyebilmekle övünen benim gibi birini bile yıldıracak kadar acı bir başka ara sıcak ise deniz ürünleri kokoreci oldu. Bu değişik meze çeşidi de yeni değil. Daha önce özellikle Anadolu yakasındaki balık lokantalarında benzer uygulamaları tatmıştım. Buradaki bana pek de olağanüstü görünmedi. Buna karşılık tuz, kekik ve zeytinyağı ile terbiye edildiğinde, Akya gibi yağsız ve kuru bir balığın ızgaradan çıkınca yumuşak bir kuzu pirzolasını hatırlattığını ve 'balık pirzola' adını hak ettiğini söyleyebilirim. Deniz ürünleriyle hazırlanmış ızgara köfte de Sur Balık'ın orijinal mezeleri arasında yer almakla birlikte, daha önce birçok restoranda benzerlerine rastladığım türdendi. Pirzolanın yanına ayrıca servis edilen, patates, yumurta, havuç, bol sarmısak ve safran ile hazırlanmış, macun kıvamında sos da gerçekten değişik ve lezzetliydi.
TATLI YENİR Tatlılarını da oldukça başarılı buldum Sur Balık Lokantası'nın. Yıllar önce Four Seasons Oteli'nin şefi Carlo Bernardini'nin lanse ettiği, kesildiğinde içinden çikolata akan kek, burada 'volkanik' adıyla sunuluyordu. Çikolatası kaliteli, kek lezzetliydi. Ayrıca çikolata sufle ve incir tatlısının yer aldığı tatlı mönüsünden bizim ikinci seçimimiz tahinli profiterol oldu. Bu, profiterolü oluşturan 'şu' hamurundaki topların tahin pekmez ile doldurulmuş versiyonuydu. Sur Balık'ta oldukça zengin bir şarap seçeneği var. Fiyatları da benzer balık lokantalarındaki sınırlar çerçevesinde. 2 bin yıllık tarihi surların yanı başında yediğimiz bu mezeler bizi öylesine doyurdu ki, ayrıca balık siparişi veremedik. Ancak yan masaya servis yapılan kocaman kalkan tavanın manzarası, balığın burada hakkıyla pişirildiğinin ipuçlarını veriyordu. Bu restoranın Boğaz'da balık yemekten sıkılmış olanlar için hoş bir değişiklik olacağını söyleyebilirim.
DENİZ ERBİL
|
|
|
|
|
|
|
|
|