Ben de Hıncalist oldum!
Hıncal'a cevap yazmaklazım, yoksa alınacak. İki ödül aldım, dört yazı yazdı. Cevap vermezsem küçümsemişim gibi olacak. Ödül törenlerinde yaptığım konuşma çok ses getirdi. Ben doğru bir şey yaptığımı biliyorum da bazı arkadaşlar işin altını boşaltıp "Uzun konuştu, ödül törenlerinde politikadan söz edilmez," filan diye, hafif de kahve ağzıyla giydiriyorlar. Ahmet Hakan da TV'de bir şeyler söylemiş, yakalayamadım. Uzun sözün telgrafı, ben konuştum, diyeceğimi dedim. Anlayan anladı, anlamamak isteyenler direniyor.
İŞİ ABARTTILAR Ne desem boşuna... Ne dediğimi, izleyenlerin sözlerime ne büyük coşkuyla katıldıklarını bütün TV kanalları gösterdi. Hâlâ da gösteriyorlar. "Dediklerine kimse katılmadı," diyenleri TV'ler, beni ayakta alkışlayanları gösterip sürekli yalanlıyorlar. İşi abarttılar, fazla köpürttüler... Yazsam ne yazacağım, nereden dalsam konuya?.. "Oyuncular papağan değildir, kendilerine ezberletilenleri tekrarlamazlar. İzleyenlerin de, oynayanların da ister sağda ister solda siyasal görüşleri vardır. Politik bir hayvan olan insanı canlandıranların, sahnede yarattıkları karakterleri sosyolojinin, psikolojinin, siyaset bilimin, felsefenin ışığını kullanıp çözümlerler. Yaptıkları işi de, konumlarını da, bakışlarını da tiyatronun, sinemanın dışında da geniş kitlelerle paylaşırlar. Gündem yaratırlar. Bu işler için de en çok gazetecilerle, TV'cilerle iş birliği yaparlar, söyleşirler, o söyleşiler yayınlanır," desem mi diye düşünüyorum... Yoksa, "Oyuncular da tıpkı gazeteciler gibi, siyasetle, dünyada ve ülkede olan bitenle ilgilidirler," mi desem... "Tiyatro bir geviş getirme yeri değildir. Orada izleyicilerle birlikte yaşama bakılır, eğlenirken düşünülür. İzleyici bilir bunun böyle olduğunu, yaşamı, yaşam üstüne düşünmeyi ciddiye aldığı için tiyatroya gider, kahkahalar atarak meydan okur karanlığa," mı desem... "Ödül törenleri, süs köpekleri yarışması değildir. İsteyen istediğini söyler. Yaşamla ilgili kaygılarını paylaşmak da izleyicileri ciddiye almaktır, onlara teşekkür etmenin farklı bir yoludur," mu desem... "Dünyanın her yerinde olur böyle törenlerde böyle konuşmalar. Hatta ödülü kabul etmeyip ağzına geleni söyleyenler de olur. Bakınız, Oscar Ödülleri, bakınız Moliere Ödülleri," mi desem yoksa... "Niye oyunculardan özellikle ödül törenlerinde bu kadar hijyenik konuşmalar, arka arkaya sıralanmış teşekkür zincirleri sıralamaları isteniyor? Biz o kadar kolay kontrol altına alınacak, cici çocuklar değilizdir," mi desem... Hıncal'ı da çok severim... Evvelsi gün, ne yazayım diye kafamın içinde başlıkları dolaştırarak Ortaköy'den geçiyorum. Acaba diyorum, yazının başlığını "Hıncalasyon" mu koysam, "Hıncalizm" mi? İkisi de ağır kaçar, her ne kadar o senin için canının istediğini söylüyorsa da... "Arada bir de uslu çocuk ol, coşma," telkinleri yapıyorum kendime. Hava güzel, bahar gelmiş, Ortaköy neşeli. Ben tam bu duygular içinde salınırken Ertekin'in kahvesinin önünde pat Hıncal'cığımla burun burunayız... Koca bir masa, arkadaşlarıyla muhabbeti koyultmuşlar. Birden Hıncal'ı çok sevdiğim, benim gibi onun da aykırı konuşma, bakma, fikrini paylaşma hakkı olduğu geçiyor zihnimden. Sarılıyoruz. Hıncal fiyakalı, kısa kollu gömlek giymiş. "TV'de omzuna renkli kazaklar da koyuyorsun, genç adam fiyakası yapıyorsun," diye bulaşıyorum. "Her salı buradayız, sen de gel," diyor. "Tamam" diyorum. Topluluk, neşeli ve kıyak... Birden içlerinden biri "Ödül töreninde yaptığınız konuşma çok esaslıydı, gerekliydi. Gurur duyduk, katılıyoruz söylediklerine," diyor. Hıncal atlıyor, "Sen öğrettin böyle konuşması için bu adama," diyor... Vallahi de billahi de tanımıyorum Hıncal'ın o arkadaşını... Salıya oradayım. Bahar geldi mi Hıncal'ın tadına doyulmuyor...
|